Kâinatın ekser enva’iyle alâkadar ve o alâkadarlık yüzünden perîşan ve keşmekeş içinde boğulmak derecesine gelen ruh-u beşer ve kalb-i insan kelimesinde bir melce’, bir halaskâr bulur ki; onu bütün o keşmekeşten, o perîşâniyetten kurtarır. Yâni, ma’nen der: “Allah birdir. Başka şeylere müracaat edip yorulma, onlara tezellül edip minnet çekme, onlara temelluk edip boyun eğme, onların arkasına düşüp zahmet çekme, onlardan korkup titreme... Çünkü: Sultan-ı Kâinat birdir, herşey’in anahtarı onun yanında, her şey’in dizgini onun elindedir; herşey onun emriyle halledilir. O’nu bulsan, her matlubunu buldun; hadsiz minnetlerden, korkulardan kurtuldun.”
ÜÇÜNCÜ KELİME: Yâni: Nasılki Ulûhiyetinde ve Saltanatında şeriki yoktur; “Allah” bir olur, müteaddit olamaz. Öyle de, Rubûbiyyetinde ve icraatında ve îcadâtında dahi şeriki yoktur. Ba’zan olur ki; sultan bir olur, saltanatında şeriki olmaz.. fakat icraatında, onun me’murları onun şeriki sayılırlar ve onun huzuruna herkesin girmesine mâni olurlar. “Bize de müracaat et” derler. Fakat Ezel, Ebed Sultanı olan Cenâb-ı Hak, saltanatında şeriki olmadığı gibi, icraat-ı rubûbiyyetinde dahi muinlere, şeriklere muhtaç değildir. Emr ve irâdesi, havl ve kuvveti olmazsa hiçbir şey, hiçbir şey’e müdâhale edemez. Doğrudan doğruya herkes ona müracaat edebilir. Şeriki ve muini olmadığından, o müracaatçı adama “Yasaktır, onun huzuruna giremezsin” denilmez. İşte şu kelime, ruh-u beşer için şöyle bir müjde verir ki:
Îmanı elde eden ruh-u beşer; mânisiz, müdâhalesiz, hâilsiz, mümânaatsız, her halinde, her arzusunda, her anda, her yerde o ezel ve ebed ve hazain-i rahmet mâliki ve def’ain-i saadet sâhibi olan Cemîl-i Zülcelâl, Kadîr-i Zülkemâl’in huzuruna girip, hâcâtını arzedebilir. Ve rahmetini bulup, kudretine istinâd ederek, kemâl-i ferah ve sürûru kazanabilir.
DÖRDÜNCÜ KELİME: Yâni: Mülk umumen O’nundur. Sen, hem O’nun mülküsün, hem memluküsün, hem mülkünde çalışıyorsun.