Yukarıdaki sahifelerde, büyük Üstadın, dostlarını meftun ve hayran ettiği kadar da düşmanlarını dehşetler içerisinde bırakan azametli îmanından bahsettik. Biraz da mümtaz şahsiyeti, nurdan bir hâle halinde sarmakta olan üstün meziyetlerinden, ahlâk ve kemâlâtından bahsedelim.
Ma’lûm ya, her şahsiyeti, muhtelif ve muayyen meziyetler çerçeveler. Binâenaleyh, Üstadın şahsiyetini tekvin eden başlıca sıfatlar şunlardır:
Feragatı:
Bir dâva sahibinin ve bilhassa ıslahatçının muvaffakıyet şartlarının en mühimmi feragattır. Zîra gözler ve gönüller, bu mühim noktayı en ince bir hassasiyetle tetkik ve takibe meyyaldirler. Üstadın bütün hayatı ise, baştanbaşa feragatın şaheser misalleri ile dolup taşmaktadır.
Allâme Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi merhumdan, feragate âid şöyle bir söz işitmiştim: “İslâm, bugün öyle mücahitler ister ki, dünyasını değil, âhiretini dahi fedâ etmeye hazır olacak.”
Büyük adamdan sâdır olan bu büyük sözü tamamen kavrayamadığım için, mutasavvıfların istiğrak hallerinde söyledikleri esrarlı sözlere benzeterek, herkese söylememiş ve olur olmaz yerlerde de açmamıştım.
Vaktâki aynı sözü Bediüzzaman’ın ateşler saçan heyecanlı ifadelerinde de okuyunca anladım ki, büyüklere göre feragatin ölçüsü de büyüyor... Evet; İslâm için bu kadar acıklı bir feragate katlanmaya razı olan mücahitleri, Erhamürrâhimîn olan Allah-u Zülkerîm Taalâ ve Takaddes Hazretleri bırakır mı? O fedaî kulunu lûtuf ve kereminden, inâyet ve merhametinden mahrum etmek şânına - hâşâ - yakışır mı?