Arzettiğim gibi, İmâm-ı Gazâlinin bundan dokuz yüz sene evvel ahlâk ve fazilet sahasında yapmış olduğu fütûhatı; bu asırda Bediüzzaman, îman ve ihlâs vâdisinde başarmıştır.
Evet; Hazret-i Üstadı bu müthiş cihad meydanlarına sevkeden, hep bu eşsiz şefkat ve merhameti olmuştur. Ve bunu bizzat kendisinden dinleyelim:
Bana: “Sen şuna buna niçin sataşdın?” diyorlar. Farkında değilim; karşımda müthiş bir yangın var.. alevleri göklere yükseliyor.. içinde evlâdım yanıyor.. îmanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, îmanımı kurtarmaya koşuyorum. Yolda birisi beni kösteklemek istemiş de, ayağım ona çarpmış; ne ehemmiyeti var? O müthiş yangın karşısında bu küçük hâdise, bir kıymet ifade eder mi? Dar düşünceler, dar görüşler...”
İstiğnası:
Üstadın; hayatı boyunca cemiyetimizin her tabakasına vermekte olduğu binlerle istiğna örnekleri, dillere destan olmuş bir ulviyeti haizdir.
Mâsivadan tam ma’nasiyle istiğna ederek, uzvî ve ruhî bütün varlığı ile Rabbül-Âlemînin bitmez ve tükenmez hazinesine dayanmayı, müddet-i hayatında bir itiyat değil, âdeta bir mezheb, meşreb ve meslek olarak kabul etmiştir. Ve bunda da ne pahasına olursa olsun sebat eylemekte hâlâ devam etmektedir.
İşin orijinal tarafı: Bu meslek, kendi şahsına münhasır kalmamış, talebelerine de kudsî bir mefkûre halinde intikal etmiştir. Nur deryasında yıkanmak şerefine mazhar olan bir Nur Talebesinin istiğnasına hayran olmamak kabil değildir...
Bakınız, Üstad; Mektûbat ünvanını taşıyan şaheserin İkinci Mektûbunda, bu mühim noktayı altı vecih ile ne kadar asil bir îman ve irfan şuuru ile îzah eder:
“Birincisi: Ehl-i dalâlet; ehl-i ilmi, ilmi, vâsıta-i cer etmekle ittiham ediyorlar.. ilmi ve dini kendilerine medâr-ı mâişet yapıyorlar deyip insafsızcasına onlara hücum ediyorlar. Binâenaleyh bunları fiilen tekzib lâzımdır.