İkinci nümune: Benim gibi garib, ihtiyar ve zaîf ve beraat etmiş bir misafire, herkesi, hatta hizmetçilerini resmen propaganda ile ondan ürkütmek, kendini perîşan bir vaziyete sokmak bu vilâyetteki hükümetin hamiyet-i milliyesine yakışmadığından, sinek kanadı kadar mevhum bir zarara dağ gibi ehemmiyet verip aleyhimde resmen propaganda yapmak, “kimin ile görüşüyor ve yanına kim gidiyor?” diye herkese bir telâş vermek.. hükümetin hikmeti ve hâkimiyeti, bu acib hâlete elbette tenezzül etmemek gerektir. Her ne ise, bu iki madde gibi, muttali olanlara hayret veren çok maddeler var...
Efendiler! Dalâlet ve fenalıklar cehaletten gelse, def’etmesi kolaydır. Fakat, fenden, ilimden gelen dalâletin izâlesi çok müşkildir. Bu zamanda dalâlet fenden, ilimden geldiği için, ancak onları izâle etmeye ve nesl-i âtiden o belâya düşen kısmını kurtarmağa, karşılarında dayanmağa Risâle-i Nur gibi her cihetle mükemmel bir eser lâzımdır. Risâle-i Nur’un bu kıymette olduğuna delil şudur ki: Yirmi senedenberi, benim şiddetli ve kesretli bulunan muarızlarım ve şiddetli tokatlarını yiyen feylesofların hiçbirisi, Risâle-i Nur’a karşı çıkmamış ve cerhedememiş ve çıkamaz. Ve dokuz ay, üç adliye ve merkez-i hükümet ehl-i vukufu, yüz kitaptan ibâret eczalarında, bizi mes’ul edecek bir tek madde bulamamalarıdır. Ve binler ehl-i dikkat olan Risâle-i Nur şâkirdlerine kanaat-ı kat’iyye veren, İşârât-ı Kur’âniyye ve İhbârât-ı Gaybiye-i Aleviyye ve Gavsiyyenin, bu asırda Risâle-i Nur’un ehemmiyetine ve makbûliyetine imza basmalarıdır.
Evet, adliyeler, hukukları muhafaza etmek ve haksızları tecavüzden durdurmak, vazîfeleri olmak cihetiyle; Risâle-i Nur’un yüz risâlesi, yirmi senede, yüz bin adamın saadetlerine hizmet ettiği sâbit olmakla beraber; on senedenberi, iki mahkeme ve merkez-i hükümet ve birkaç vilâyetin zâbıtaları ve Denizli Mahkemesi münâsebetiyle dokuz ay bütün mahrem ve gayr-i mahrem evraklarımızda ve risâlelerde millete ve vatana bir zararlı maddeyi ve mûcib-i ceza bir yanlış görmediğinden, elbette Risâle-i Nur’un bu vatanda gâyet küllî ve büyük hukuku var. Bu küllî ve çok ehemmiyetli hukuku nazara almayıp, âdî evraklar gibi müsadere ederek, millete ve takviye-i îmana muhtaç biçârelere pek büyük bir haksızlığı nazara almamak ve adî bir adamın cüz’î ve küçük bir hakkını ehemmiyetle nazara almak; adliyenin mâhiyetine ve adaletin hakîkatına hiçbir cihetle yakışmaz, diye size hatırlatıyoruz.