Fakat, başta zındıklar ve ehl-i dalâlet ve ehl-i siyaset ve ehl-i gaflet, hatta sâfi kalb ehl-i diyânet şahsa fazla ehemmiyet verdikleri cihetinde haksızlar, o şahsı çürütmekle hakîkatlara darbe vurmak; ve o Nur’lara, benim gibi bir biçâreyi mâden zannederek; bütün kuvvetleriyle beni çürütüp, o nurları söndürmeye ve sâfi kalblileri de inandırmaya çalışıyorlar. Ezcümle, İkinci Mes’elede bir hadise bu hakîkatı gösteriyor.
İkinci Mes’ele: Bayramın ikinci gününde, teneffüs için kırlara çıktığım zaman, ehemmiyetli bir me’mur tarafından beş vecihle kanunsuz bir taarruza ma’rûz kaldım. Cenâb-ı Hak, rahmet ve keremiyle, belime, başıma yüklenen Risâle-i Nur eczalarını; ve ruhuma ve kalbime yüklenen şâkirdlerinin haysiyet ve izzet ve rahatlarını muhafaza için, fevkalâde bir tahammül ve sabır ihsan eyledi. Yoksa, bir plân neticesinde beni hiddete getirip, Risâle-i Nur’un, bâhusus Âyetül-Kübrânın fütuhatına karşı bir perde çekmek olduğu tahakkuk etti. Sakın, sakın hiç kederlenmeyiniz, merak etmeyiniz, hem telâş etmeyiniz, hem bana acımayınız. Şeksiz şüphesiz inâyet-i İlâhîyye perde altında bizi muhafaza etmekle
âyetine mazhar etsin. Onların, o plânları da yine akîm kaldı. Fakat bu vilâyette, doğrudan doğruya büyük bir makamdan kuvvet alıp şahsımla uğraşanlar var. Eğer mümkün olsa, buranın havasiyle hiç imtizaç edemediğim cihetini vesile edip, münâsip bir yere naklime, Denizli mahkemesini ve Ankara Temyiz Mahkemelerini vasıta yapıp çalışmak lâzım geliyor. Ben kendim yapamadığım için, benden, bana daha ziyâde alâkadar Denizli dostları teşebbüs etseler iyi olur. Hiç olmazsa oranın hapsine, bir daha bahâne ile beni alsınlar.
SAİD NURSÎ
Aziz Sıddık Sebatkâr Muhlis Kardeşlerim,
Hem maddî hem ma’nevî; hem nefsim, hem benimle temas edenler gâyet ehemmiyetli benden sual ediyorlar ki: “Neden herkese muhalif olarak -hiç kimsenin yapmadığı gibi- sana yardım edecek çok ehemmiyetli kuvvetlere bakmıyorsun? İstiğna gösteriyorsun?