Aziz Sıddık Kardeşlerim,
Maddî ve ma’nevî bir sual münâsebetiyle hâtıra gelen bir cevaptır.
Deniliyor ki: Neden Nur şâkirdlerinin kuvvetli hüsn-ü zanları ve kat’i kanaatları, senin şahsın hakkında Nurlara daha ziyâde şevklerine medâr olan bir makamı ve kemâlâtı şahsına kabul etmiyorsun? Yalnız Risâle-i Nur’a verip, kendini çok kusurlu bir hâdim gösteriyorsun?
Elcevap: Hadsiz hamd ve şükür olsun ki, Risâle-i Nur’un öyle kuvvetli ve sarsılmaz istinâd noktaları ve öyle parlak ve keskin hüccetleri var ki; benim şahsımda zannedilen meziyete, isti’dâda ihtiyacı yoktur. Başka eserler gibi müellifin kabiliyetine bakıp, makbûliyeti ve kuvveti ondan almıyor. İşte meydanda, yirmi senedir kat’i hüccetlerine dayanıp, şahsımın maddî ve ma’nevî düşmanlarını teslime mecbûr ediyor. Eğer şahsiyetim ona ehemmiyetli bir nokta-i istinâd olsaydı, dinsiz düşmanlarım ve insafsız muarızlarım kusurlu şahsımı çürütmekle, Nurlara büyük darbe vurabilirdiler. Halbuki o düşmanlar, divâneliklerinden, yine her nevi desîselerle beni çürütmeye ve hakkımda teveccüh-ü âmmeyi kırmaya çalıştıkları halde Nurların fütûhatına ve kıymetine zarar veremiyorlar. Yalnız ba’zı zaîf ve yeni müştakları bulandırsa da vazgeçiremiyorlar.
Bu hakîkat için, hem bu zamanda enâniyet ziyâde hükmettiği için, haddimden çok ziyâde olan hüsn-ü zanları kendime almıyorum. Ve ben, kardeşlerim gibi, kendi nefsime hüsn-ü zan etmiyorum.