Îman ve Küfür | Sekizinci Söz | 36
(40-48)

Sonra gitgide bu dahi evvelki biraderi gibi bir sahra-i azîmeye girdi. Birden hücum eden bir arslanın sesini işitti. Korktu, fakat biraderi kadar korkmadı. Çünki: Hüsn-ü zannıyla ve güzel fikriyle; “Şu sahranın bir Hâkimi var. Ve bu arslan, o Hâkimin taht-ı emrinde bir hizmetkâr olması ihtimali var” diye düşünüp teselli buldu. Fakat yine kaçtı. Tâ altmış arşın derinliğinde bir susuz kuyuya rastgeldi, kendini içine attı. Biraderi gibi ortasında bir ağaca eli yapıştı; havada muallâk kaldı. Baktı iki hayvan, o ağacın iki kökünü kesiyorlar. Yukarıya baktı arslan, aşağıya baktı bir ejderha gördü. Aynı kardeşi gibi bir acip vaziyet gördü. Bu dahi tedehhüş etti. Fakat, kardeşinin dehşetinden bin derece hafif. Çünki: Güzel ahlâkı, ona güzel fikir vermiş ve güzel fikir ise, ona her şeyin güzel cihetini gösteriyor.

İşte bu sebepten şöyle düşündü ki: Bu acib işler, birbiriyle alâkadardır. Hem, bir emir ile hareket ederler gibi görünüyor. Öyle ise, bu işlerde bir tılsım vardır. Evet bunlar, bir gizli Hâkimin emriyle dönerler. Öyle ise ben yalnız değilim, o gizli Hâkim bana bakıyor; beni tecrübe ediyor, bir maksat için beni bir yere sevkedip dâvet ediyor. Şu tatlı korku ve güzel fikirden bir merak neş’et eder ki: Acaba beni tecrübe edip kendini bana tanıttırmak isteyen ve bu acib yol ile bir maksada sevkeden kimdir? Sonra, tanımak merakından tılsım sahibinin muhabbeti neş’et etti ve şu muhabbetten, tılsımı açmak arzusu neş’et etti ve o arzudan, tılsım sahibini râzı edecek ve hoşuna gidecek bir güzel vaziyet almak iradesi neş’et etti. Sonra ağacın başına baktı, gördü ki, incir ağacıdır. Fakat başında, binlerle ağacın meyveleri vardır. O vakit bütün bütün korkusu gitti. Çünki kat’î anladı ki bu incir ağacı, bir listedir, bir fihristedir, bir sergidir. O mahfî Hâkim, bağ ve bostanındaki meyvelerin nümûnelerini, bir tılsım ve bir mu’cize ile o ağaca takmış ve kendi misafirlerine ihzâr ettiği et’imeye birer işaret sûretinde o ağacı tezyin etmiş olmalı. Yoksa bir tek ağaç, binler ağaçların meyvelerini vermez.

Sonra niyaza başladı. Tâ, tılsımın anahtarı ona ilhâm oldu. Bağırdı ki: “Ey bu yerlerin hâkimi! Senin bahtına düştüm. Sana dehâlet ediyorum ve sana hizmetkârım ve senin rızanı istiyorum ve seni arıyorum.” Ve bu niyazdan sonra, birden kuyunun duvarı yarılıp, şâhâne, nezih ve güzel bir bahçeye bir kapı açıldı. Belki ejderha ağzı, o kapıya inkılâb etti ve arslan ve ejderha, iki hizmetkâr sûretini giydiler ve onu içeriye dâvet ediyorlar. Hattâ o arslan, kendisine musahhar bir at şekline girdi.

İşte ey tenbel nefsim! Ve ey hayâlî arkadaşım!

Geliniz! Bu iki kardeşin vaziyetlerini muvâzene edelim. Tâ, iyilik nasıl iyilik getirir ve fenalık, nasıl fenalık getirir; görelim, bilelim.

Ses Yok