Îman ve Küfür | Sekizinci Söz | 37
(40-48)

Bakınız, sol yolun bedbaht yolcusu, her vakit ejderhanın ağzına girmeye muntazırdır; titriyor ve şu bahtiyar ise, meyvedâr ve revnekdar bir bahçeye dâvet edilir. Hem o bedbaht, elîm bir dehşette ve azîm bir korku içinde kalbi parçalanıyor ve şu bahtiyar ise lezîz bir ibret, tatlı bir havf, mahbub bir mârifet içinde garib şeyleri seyir ve temâşâ ediyor. Hem o bedbaht, vahşet ve me’yûsiyyet ve kimsesizlik içinde azab çekiyor. Ve şu bahtiyar ise, ünsiyyet ve ümit ve iştiyak içinde telezzüz ediyor. Hem, o bedbaht, kendini vahşi canavarların hücumuna mâruz bir mahpus hükmünde görüyor ve şu bahtiyar ise, bir aziz misafirdir ki, misafiri olduğu Mihmandâr-ı Kerîm’in acib hizmetkârları ile ünsiyyet edip eğleniyor.

Hem o bedbaht zâhiren leziz, mânen zehirli yemişleri yemekle azâbını tâcil ediyor. Zira, o meyveler, nümûnelerdir. Tatmaya izin var, tâ asıllarına tâlib olup müşteri olsun. Yoksa, hayvan gibi yutmaya izin yoktur ve şu bahtiyar ise tadar, işi anlar. Yemesini te’hir eder ve intizar ile telezzüz eder. Hem o bedbaht, kendi kendine zulmetmiş. Gündüz gibi güzel bir hakikatı ve parlak bir vaziyeti, basiretsizliği ile kendisine muzlim ve zulümatlı bir evhâm, bir cehennem şekline getirmiş. Ne şefkate müstehaktır ve ne de kimseden şekvâya hakkı vardır.

Meselâ: Bir adam, güzel bir bahçede, ahbaplarının ortasında, yaz mevsiminde hoş bir ziyâfetteki keyfe kanaat etmeyip kendini pis müskirlerle sarhoş edip, kendisini kış ortasında, canavarlar içinde aç, çıplak tahayyül edip bağırmaya ve ağlamaya başlasa; nasıl şefkate lâyık değil, kendi kendine zulmediyor. Dostlarını canavar görüp tahkir ediyor. İşte bu bedbaht dahi öyledir ve şu bahtiyar ise, hakikatı görür. Hakikat ise güzeldir. Hakikatın hüsnünü derk etmekle, hakikat sahibinin kemâline hürmet eder. Rahmetine müstehak olur. İşte, “Fenalığı kendinden, iyiliği Allah’tan bil” olan hükm-ü Kur’anînin sırrı zâhir oluyor. Daha bunlar gibi sâir farkları muvâzene etsen anlayacaksın ki: Evvelkisinin nefs-i emmâresi, ona bir mânevî cehennem ihzâr etmiş. Ve ötekisinin hüsn-ü niyyeti ve hüsn-ü zannı ve hüsn-ü hasleti ve hüsn-ü fikri, onu büyük bir ihsan ve saadete ve parlak bir fazilete ve feyze mazhar etmiş.

Ey nefsim! Ve ey nefsimle beraber bu hikâyeyi dinleyen adam!

Eğer bedbaht kardeş olmak istemezsen ve bahtiyar kardeş olmak istersen, Kur’an’ı dinle ve hükmüne mutî ol ve ona yapış ve ahkâmıyla amel et.

Şu hikâye-i temsiliyyede olan hakikatları eğer fehmettin ise; hakikat-ı dini ve dünyayı ve insânı ve îmanı ona tatbik edebilirsin. Mühimlerini ben söyleyeceğim. İncelerini sen kendin istihrac et.

Ses Yok