Fakat, onun Mâlik-i Kerîm’i, ona iddihar ettiği uhrevî servet ile müstağnîdir ve Seyyidinin nihayetsiz kudretine istinad ettiği için kavîdir... Hem yalnız livechillâh, rızâ-i İlâhi için, fazilet için amel eder, çalışır. İşte, iki hikmetin verdiği terbiye, iki tilmizin müvâzenesiyle anlaşılır.
ÜÇÜNCÜ ESAS:
Hikmet-i felsefe ile hikmet-i Kur’âniyenin hayat-ı içtimâiyye-i beşeriyeye verdiği terbiyeler:
Amma hikmet-i felsefe ise, hayat-ı içtimâiyede nokta-i istinâdı, kuvvet kabul eder. Hedefi, menfaat bilir. Düstur-u hayatı, cidal tanır. Cemaatlerin râbıtasını, unsuriyet, menfî milliyeti tutar. Semerâtı ise, hevesât-ı nefsâniyeyi tatmin ve hâcât-ı beşeriyeyi tezyiddir. Halbuki: Kuvvetin şe’ni, tecâvüzdür. Menfaatın şe’ni, her arzuya kâfi gelmediğinden üstünde boğuşmaktır. Düstur-u cidâlin şe’ni, çarpışmaktır. Unsuriyetin şe’ni, başkasını yutmakla beslenmek olduğundan; tecâvüzdür. İşte bu hikmettendir ki: Beşerin saadeti selb olmuştur.
Amma hikmet-i Kur’âniye ise, nokta-i istinâdı, kuvvete bedel hakkı kabûl eder. Gayede menfaate bedel, fazilet ve rızâyı İlâhiyi kabûl eder. Hayatta düstur-u cidal yerine, düstur-u teâvün”ü esas tutar. Cemâatlerin rabıtalarında; unsuriyet, milliyet yerine râbıta-i dinî ve sınıfî ve vatanî kabûl eder. Gayâtı hevesât-ı nefsâniyenin tecâvüzâtına sed çekip, ruhu maâliyata teşvik ve hissiyat-ı ulviyesini tatmin eder ve insanı kemâlât-ı insâniyeye sevk edip insan eder. Hakkın şe’ni, ittifaktır. Faziletin şe’ni, tesânüddür. Düstur-u teâvünün şe’ni, birbirinin imdadına yetişmektir. Dînin şe’ni, uhûvvettir, incizapdır. Nefsi gemlemekle bağlamak, ruhu kemâlâta kamçılamakla serbest bırakmanın şe’ni, saadet-i dâreyndir.