Bizim hûtumuz ise, yüz milyon seneler hayatın mahvına çalışıyor. Madem hakikî vaziyetimiz budur; biz de Hazret-i Yûnus Aleyhisselâma iktidâen, umum esbabdan yüzümüzü çevirip doğrudan doğruya Müsebbibül Esbab olan Rabbimize iltica edip
demeliyiz ve aynelyakîn anlamalıyız ki; gaflet ve dalâletimiz sebebiyle aleyhimize ittifak eden istikbâl, dünya ve hevâyı nefsin zararlarını defedecek yalnız o zat olabilir ki; istikbâl taht-ı emrinde, dünya taht-ı hükmünde, nefsimiz taht-ı idaresindedir. Acaba Hâlik-ı Semavat ve Arzdan başka hangi sebeb var ki, en ince ve en gizli hâtırat-ı kalbimizi bilecek ve bizim için istikbâli, Âhiretin îcâdıyla ışıklandıracak ve dünyanın yüz bin boğucu emvâcından kurtaracak, hâşâ, Zât-ı Vâcibül Vücuddan başka hiçbir şey, hiçbir cihette O’nun izni ve irâdesi olmadan imdad edemez ve halâskâr olamaz. Madem hakikat-ı hâl böyledir. Nasılki Hazret-i Yûnus Aleyhisselâma o münâcâtın neticesinde hûtu ona bir merkûb, bir tahtel bahir; ve denizi bir güzel sahra; ve gece mehtablı bir lâtif suret aldı. Biz dahi o münâcâtın sırriyle
demeliyiz.
cümlesiyle istikbâlimize,
kelimesiyle dünyamıza,
fıkrasiyle nefsimize nazar-ı merhametini celbetmeliyiz.