Kat’iyyen bil ki: Dinsizlik cihetiyle senin bu koca dünyan; bu saatten evvel ve bu dakikadan sonra, bil’umum senin bu kâinatın ve mâzi ve müstakbelin ve geçmiş nev’in ve cinsin ve gelecek mahlûklar ve nesiller ve gitmiş dünyalar ve milletler ve gelen insanlar ve tâifeler tamamen mâ dûm ve ölüdürler. İşte insaniyet ve akıl cihetiyle alâkadar olduğun bütün o seyyar dünyalar ve seyyal kâinatlar, mütemadiyen senin dalâletin sûretiyle, senin başına dünya dolusu dehşetli ve hadsiz ölümlerin şiddetli elemlerini yağdırıyor. Senin şuurun varsa, kalbini yakıyor... Rûhun varsa, yandırıyor... Aklın sönmemiş ise, gamlar içinde boğuyor. Eğer bir saatçık sarhoşça sefahetin ve pis lezzetin bu nihayetsiz gamlara, hüzünlere, elemlere mukabil gelebilirse o sefahette kal... Yoksa, aklını başına al! O mânevî Cehennemden kurtulmak ve îmânın bu dünyada dahi te’min ettiği bir mânevî Cennete girmek ve saadet-i hayatiyeyi tatmak için, Kur’ân’ın dersini dinle... Cüz’î, fâni bir dakika lezzeti; küllî, baki, daimî, îmânî (*) lezzetler ile mübadele et...
-----------------------------(*) Evet, îmân, bu dünyada dahi cennet lezaizini manen verebilir. Yüzer lezzetli ışıklarından bu tek faydasına bak. Nasıl ki: senin gayet sevdiğin bir zâtı bir tehlikede ölüyorken gördüğün dakîkasında, Hekîm-i Lokman ve Hızır gibi bir doktor geldi. Birden dirildi. Ne kadar sevinç hissediyorsun... Öyle de: Sen, sevdiğin ve alâkadar olduğun ölmüşlerin adedince sevinçleri, sürurları îmân veriyor. Çünki: Mâzi mezaristanında milyonlarla sence mahbub zâtlar; Mahvdan ve ölümden, birden îmân nûruyla senin karşında diriliyorlar. “Biz ölmemişiz ve ölmeyeceğiz” deyip hayat buluyorlar. O hadsiz firaklardan gelen hadsiz elemler yerine, visâl ve hayat bulmalarından nihayetsiz lezzetler ve sevinçler, îmân noktasından bu dünyada dahi geldiğini gösteriyor ki: “Îmân öyle bir çekirdektir ki: Ehl-i îmâna cenneti bütün lezâiz ve mehâsiniyle sünbül veriyor... Ve verecektir.”