Meşakkatte ve musîbette dahi olsa, ömrün geçmesini istemiyor... “Aman güneş batmadı, ya gece bitmedi” diye sıkıntısından of! of! etmiyor.
Evet, gâyet zengin ve işsiz, istirahat döşeğinde herşeyi mükemmel bir Efendiden sor; ne haldesin? Elbette, aman vakit geçmiyor, gel bir şeş beş oynayalım, veyahud vakti geçirmek için bir eğlence bulalım, gibi müteellimane sözleri ondan işiteceksin... veyahud tul-i emelden gelen bu şey’im eksik, keşki şu işi yapsaydım gibi şekvaları işiteceksin.
Sen bir musîbetzede veya işçi ve meşakkatli bir halde olan bir fakîrden sor; ne haldesin ? Aklı başında ise diyecek ki: “ Şükürler olsun Rabbime, iyiyim, çalışıyorum. Keşki çabuk Güneş gitmeseydi, bu işi de bitirseydim... vakit çabuk geçiyor... ömür durmuyor gidiyor. Vakıa zahmet çekiyorum, fakat bu da geçer, herşey böyle çabuk geçiyor” diye, ma’nen ömür ne kadar kıymetdar olduğunu, geçmesindeki teessüfle bildiriyor.
Demek meşakkat ve çalışmakla, ömrün lezzetini ve hayatın kıymetini anlıyor. İstirahat ve sıhhat ise, ömrü acılaştırıyor ki, geçmesini arzu ediyor.
Ey hasta kardeş! Bil ki, başka Risâlelerde tafsilâtiyle kat’i bir sûrette isbat edildiği gibi, musîbetlerin, şerlerin, hatta günahların aslı ve mâyesi ademdir. Adem ise şerdir, karanlıktır, yeknesak istirahat, sükut, sükûnet, tevakkuf gibi hâletler, ademe, hiçliğe yakınlığı içindir ki, ademdeki karanlığı ihsas edip sıkıntı veriyor. Hareket ve tahavvül ise; vücûddur, vücûdu ihsas eder. Vücûd ise, halis hayırdır, nurdur.
Mâdem hakîkat budur, sendeki hastalık, kıymetdar hayatı sâfileştirmek, kuvvetleştirmek, terakki ettirmek ve vücûdundaki sâir cihâzât-ı insaniyyeyi o hastalıklı uzvun etrafına muavenetdarane müteveccih etmek ve Sani-i Hakîmin ayrı ayrı isimlerinin nakışlarını göstermek gibi, çok vazifeler için, o hastalık senin vücûduna misafir olarak gönderilmiştir. İnşaallah çabuk vazifesini bitirir gider. Ve afiyete der ki; sen gel, benim yerimde dâimî kal, vazifeni gör, bu hâne senindir, afiyetle kal.
YİRMİNCİ DEVA: Ey derdine derman arayan hasta! Hastalık iki kısımdır. Bir kısmı hakîki, bir kısmı vehmîdir. Hakîki kısmı ise Şâfi-i Hakîm-i Zülcelâl, Küre-i Arz olan eczahâne-i kübrâsında, her derde bir deva istif etmiş.