O cüz-ü ihtiyarî, cüz’iyetten çıkıp külliyet kesbeder. Zaman-ı mâzinin en derin derelerine kuvveti îman ile girebildiği ve hüzünlerin zulmetlerini defedebildiği gibi; nûr-u îman ile istikbâlin en uzak dağlarına kadar çıkar, korkuları izâle eder.
İşte ey benim gibi ihtiyarlık zahmetini çeken ihtiyar ve hemşire ihtiyareler! Mâdem ELHAMDÜLİLLÂH biz ehl-i îmanız; ve mâdem îmanda bu kadar nurlu, lezzetli, sevimli, şirin defineler var; ve mâdem ihtiyarlığımız bizi bu definenin içine daha ziyâde sevkediyor.. elbette îmanlı ihtiyarlıktan şekva değil, belki binler teşekkür etmeliyiz...
SEKİZİNCİ RİCA: İhtiyarlığın alâmeti olan beyaz kıllar saçıma düştüğü bir zamanda, gençliğin derin uykusunu daha ziyâde kalınlaştıran Harb-i Umûmînin dağdağaları ve esaretimin keşmekeşlikleri ve sonra İstanbul’a geldiğim vakit; ehemmiyetli bir şan ve şeref vaziyeti, hatta Halifeden, Şeyhü’l-islâmdan, Başkumandandan tut, tâ medrese talebelerine kadar haddimden çok ziyâde bir hüsn-ü teveccüh ve iltifat gösterdikleri cihetle, gençlik sarhoşluğu ve o vaziyetin verdiği hâlet-i ruhiye, o uykuyu o derece kalınlaştırmıştı ki; âdeta dünyayı dâimî, kendimi de lâyemûtâne dünyaya yapışmış bir vaziyet-i acibede görüyordum...
İşte o zamanda, İstanbul’un Bayezid Câmi-i mübârekine, Ramazan-ı Şerifte, ihlâslı hâfızları dinlemeye gittim. Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân, semâvî yüksek hitabiyle beşerin fenâsını ve zîhayatın vefatını haber veren gâyet kuvvetli bir sûrette
Fermanını, hâfızların lîsaniyle ilân etti. Kulağıma girip, tâ kalbimin içine yerleşip, o pek kalın gaflet ve uyku ve sarhoşluk tabakalarını parça parça etti. Câmiden çıktım. Daha çoktanberi başımda yerleşen o eski uykunun sersemliğiyle birkaç gün başımda bir fırtına, dumanlı bir ateş ve pusulasını şaşırmış gemi gibi kendimi gördüm. Aynada saçıma baktıkça, beyaz kıllar bana diyorlar: “Dikkat et!” İşte o beyaz kılların ihtariyle vaziyet tavazzuh etti. Baktım ki; çok güvendiğim ve ezvâkına meftun olduğum gençlik elveda diyor ve muhabbetiyle pek çok alâkadar olduğum hayat-ı dünyeviye sönmeye başlıyor... ve pek çok alâkadar ve adeta âşık olduğum dünya, bana “Uğurlar olsun” deyip, misafirhâneden gideceğimi ihtar ediyor. Kendisi de “Allaha ısmarladık” deyip, o da gitmeye hazırlanıyor.