Siracınnûr | Yirmialtıncı Lema | 58
(45-86)

Birisi Esmâ-i İlâhîyyeye bakar, onların âyinesidir.

İkinci yüzü âhirete bakar, onun mezraasıdır.

Üçüncü yüzü, ehl-i dünyaya bakar, ehl-i gafletin mel’abegâhıdır.

Hem herkesin bu dünyada koca bir dünyası var. Âdeta insanlar adedince dünyalar birbiri içine girmiş. Fakat herkesin husûsi dünyasının direği, kendi hayatıdır. Ne vakit cismi kırılsa, dünyası başına yıkılır; kıyameti kopar. Ehl-i gaflet, kendi dünyasının böyle çabuk yıkılacak vaziyetini bilmediklerinden, umûmî dünya gibi dâimî zannedip perestiş eder. Başkalarının dünyası gibi çabuk yıkılır, bozulur, benim de husûsi bir dünyam var. Bu husûsi dünyam, bu kısacık ömrümle ne faidesi var diye düşündüm. Nûr-u Kur’ân ile gördüm ki:

Hem benim, hem herkes için, şu dünya muvakkat bir ticaretgâh ve hergün dolar boşalır bir misafirhâne ve gelen geçenlerin alış-verişi için yol üstünde kurulmuş bir pazar ve Nakkaş-ı Ezelî’nin teceddüd eden (hikmetle yazar bozar) bir defteri ve her bahar bir yaldızlı mektubu ve herbir yaz bir manzum kasidesi ve o Sâni-i Zülcelâl’in cilve-i Esmâsını tazelendiren, gösteren âyineleri ve Âhiretin fidanlık bir bahçesi ve rahmet-i İlâhîyyenin bir çiçekdanlığı ve âlem-i bekada gösterilecek olan levhaları yetiştirmeye mahsus muvakkat bir tezgâhı mâhiyetinde gördüm. Bu dünyayı bu sûrette yaratan Hâlık-ı Zülcelâl’e yüz bin şükrettim. Ve anladım ki; dünyanın, Âhirete ve Esmâ-i İlâhîyyeye bakan güzel iç yüzlerine karşı nev-i insana muhabbet verilmişken, o muhabbeti sû-i isti’mal ederek; fâni, çirkin, zararlı, gafletli yüzüne karşı sarfettiğinden,

Hadîs-i Şerifinin sırrına mazhar olmuşlar.

İşte ey ihtiyar ve ihtiyareler! Ben Kur’ân-ı Hakîm’in nuriyle ve ihtiyarlığımın ihtariyle ve îman dahi gözümü açmasiyle bu hakîkatı gördüm ve çok Risâlelerde kat’i bürhanlarla isbat ettim. Kendime hakîki bir teselli ve kuvvetli bir rica ve parlak bir ziya gördüm. Ve ihtiyarlığıma memnun oldum ve gençliğin gitmesinden mesrur oldum. Siz de ağlamayınız ve şükrediniz. Mâdem îman var ve hakîkat böyledir; ehl-i gaflet ağlasın, ehl-i dalâlet ağlasın...

Ses Yok