Siracınnûr | Yirmialtıncı Lema | 77
(45-86)

Âyetinin hakîkatı tecelli etti. O rikkatli, firkatli, dehşetli, hüzünlü hayalden beni kurtardı, gözümü açtırdı.

Baktım ki meyvedar ağaçların başlarındaki meyveleri tebessüm eder bir tarzda bana bakıyorlar; bize de dikkat et, yalnız harabezâra bakıp durma diyorlardı. Bu Âyet-i Kerîmenin hakîkatı böyle ihtar ediyordu ki: Van sahrasının sahifesinde misafir olan insanların eliyle yazılan ve şehir sûretini alan sun’î bir mektubun, Rus istilâsı denilen dehşetli bir sel belâsına düşüp silinmesi neden seni bu kadar müteessir ediyor? Asıl Mâlik-i Hakîki ve herşeyin sâhibi ve Rabbi olan Nakkaş-ı Ezelîye bak ki: Bu Van sahifesinde mektûbâtı, kemâl-i şa’şaa ile gördüğün vaziyeti yine devam edip yazılıyorlar. O yerler boş, harap, hâlî kalmış diye ağlamaların, Mâlik-i Hakîkisinden gaflet ve insanları misafir tasavvur etmemekten ve mâlik tevehhüm etmek yanlışından ileri geliyor...

Fakat o yanlışlıktan ve o yakıcı vaziyetten bir hakîkat kapısı açıldı. Ve o hakîkatı tam kabul etmeye nefis hazırlandı. Evet, nasılki bir demir ateşe sokulur; tâ yumuşasın, güzel ve menfaatdar bir şekil verilsin... Öyle de o hüzün-engiz hâlet ve o dehşetli vaziyet ateş oldu, nefsimi yumuşattı. Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân, mezkûr âyetin hakîkatiyle, hakâik-i îmaniyenin feyzini tam ona gösterdi, kabul ettirdi.

Evet “LİLLÂHİ’L-HAMD” şu Âyetin hakîkatı, îman feyziyle (Yirminci Mektub gibi risâlelerde kat’i isbat ettiğimiz gibi) herkesin kuvvet-i îmaniyesi nisbetinde inkişaf eden öyle bir nokta-i istinâd ruha ve kalbe verdi ki, o vaziyetin dehşetinden yüz derece ziyâde korkunç, zararlı musîbetlere karşı gelebilir bir kuvveti, “ÎMAN-I BİLLAH”dan verdi.

Ve şöyle ihtar etti ki: Senin Hâlıkın olan şu memleketin Mâlik-i Hakîkisinin emrine herşey musahhardır, herşeyin dizgini onun elindedir, O’na intisâbın yeter. O Hâlıkıma dayanıp tanıdıktan sonra, düşman sûretini alan bütün şeyler, düşmanlıklarını terkettiler; ağlattıran hazin haller, beni neş’elendirmeye başladılar.

Ses Yok