Hem çok risâlelerde kat’i bürhanlarla da isbat ettiğimiz gibi, o hadsiz arzulara karşı Îman-ı bi’l-Âhiretten gelen nur ile öyle bir nokta-i istimdâd verdi ki; değil küçücük ve muvakkat, kısa, dünyevî ahbablara karşı arzu ve rabıtalarıma, belki Ebedü’l-Âbâdda, âlem-i bekada, saadet-i ebediyede hadsiz uzun arzularıma kâfi gelebilir bir nokta-i istimdât verdi.
Çünkü bir cilve-i rahmetiyle, muvakkat bir misafirhânesi olan bu dünyanın bir menzili olan şu zemînin yüzünde, o misafirlerini bir iki saat sevindirmek için, bahar sofrasında had ve hesaba gelmez san’atlı, şirin ni’metlerini, her baharda ihsan edip bir kahvaltı hükmünde o misafirlere yedirdikten sonra, mesken-i ebedîlerinde sekiz dâimî Cenneti hadsiz bir zamanda, hadsiz envâ-ı ni’metiyle doldurup ibâdına ihzar eden bir Rahmânir-Rahîmin rahmetine îman ile istinâd edip, intisâbını bilen elbette öyle bir nokta-i istimdât bulur ki; en ednâ derecesi, hadsiz ebedî emellere meded verip idame eder.
Hem o Âyetin hakîkatiyle, îmanın ziyasından gelen nur öyle parlak bir sûrette tecelli etti ki; o zulümatlı olan cihat-ı sitteyi gündüz gibi aydınlattırdı. Çünkü bu medresem ve bu şehirde talebe ve dostlarımın arkalarında kalıp ağlamak vaziyetini şöyle aydınlattırdı ki: Ahbabın gittikleri âlem karanlıklı değil, yalnız yerlerini değiştirdiler; yine görüşeceksiniz diye ihtar etti. Ağlamayı tamamen kestirdi. Ve dünyada onların yerine geçecek ve benzeyecek olanları bulacağımı ifham etti.
Evet “LİLLÂHİ’L-HAMD” hem vefat eden Van medresesini Isparta medresesiyle ihya edip, oradaki ahbabları dahi, daha çok, daha kıymetdar talebeler ve ahbablarla ma’nen ihya etti.
Hem bildirdi ki; dünya boş, hâlî olmadığını ve harap olmuş bir memleket sûretini yanlış tasavvur ettiğimi, belki Mâlik-i Hakîki hikmetinin iktizasiyle, sun’î insanların levhasını değiştiriyor, mektubunu tazelendiriyor. Bir ağacın bir kısım meyvelerini kopardıkça yerine yine başka meyvelerin geldiği gibi, nev-i beşerde bu zeval ve firak dahi bir teceddüddür, tazelenmektir. Îman noktasında, ahbabsızlıktan gelen elîmane bir hüzün değil, belki başka güzel bir yerde görüşmek üzere ayrılmaktan gelen, lezîzane bir hüzün veren bir tazelenmektir.
Hem o dehşetli vaziyetten, kâinatın mevcûdâtının karanlıklı görünen yüzünü aydınlattı. Ben de o vakit o hâlete şükretmek istedim, arabî şu fıkra geldi; tam o hakîkatı tasvir etti. Şöyle ki dedim: