Siracınnûr | Dördüncü Şua | 100
(90-107)

Dehşetli bir sûrette bu güzel dünyayı ve bu güzel mahlûkatı hırpaladığını, parça parça edip güzelliklerini bozduğunu fevkalâde bir şuur ve teessürle gördüm. Fıtratımdaki aşk-ı mecâzi bu hale karşı şiddetli galeyan ve isyan ettiği zamanda bir medâr-ı teselli bulmak için yine bu âyet-i Hasbiye’ye müracaat ettim. Dedi: “Beni oku ve dikkatle ma’nama bak!” Ben de, Sûre-i Nur’daki Âyet-i Nur’un rasathanesine girip îmanın dürbiniyle Âyet-i Hasbiye’nin en uzak tabakalarına ve şuur-u îmani hurdebîni ile en ince esrarına baktım, gördüm:

Nasıl ki, âyineler, şişeler, şeffaf şeyler, hattâ kabarcıklar Güneş ziyasının gizli ve çeşit çeşit cemâlini ve o ziyanın elvan-ı seb’a denilen yedi renginin mütenevvi güzelliklerini gösteriyorlar ve teceddüd ve taharrükleriyle ve ayrı ayrı kabiliyetleriyle ve inkisaratlarıyle o cemâli ve o güzellikleri tazelendiriyorlar ve inkisaratlariyle Güneşin ve ziyasının ve elvan-ı sebası’nın gizli güzelliklerini izhar ediyorlar.

Aynen öyle de: Şems-i ezel ve ebed olan Cemil-i Zülcelâl’in cemâl-i kudsîsine ve nihayetsiz güzel olan esmâ-i hüsnâsının sermedî güzelliklerine âyinedarlık edip cilvelerini tazelendirmek için bu güzel masnûlar, bu tatlı mahlûklar ve bu cemâlli mevcûdât hiç durmayarak gelip gidiyorlar. Kendilerinde görünen güzellikler ve cemâller, kendilerinin malı olmadığını, belki tezahür etmek isteyen sermedî ve mukaddes bir cemâlin ve dâimi tecelli eden ve görünmek isteyen mücerred ve münezzeh bir hüsnûn işâretleri ve alâmetleri ve lem’aları ve cilveleri olduğu, pek çok kuvvetli delilleri ile Risâle-i Nur’da tafsilen îzah edilmiş. Burada o bürhanlardan üç tanesine kısaca işâret edilecek:

Birinci Bürhan: Nasıl ki işlenmiş bir eserin güzelliği işlemesinin güzelliğine ve işlemek güzelliği ustalığın o san’attan gelen ünvanın güzelliğine ve ustadaki san’atkârlık unvanının güzelliği o san’atkârın o san’ata âid sıfatının güzelliğine ve sıfatının güzelliği kabiliyet ve isti’dâdının güzelliğine ve kabiliyetinin güzelliği zâtının ve hakîkatının güzelliğine derece-i bedahette gâyet kat’i bir sûrette delâlet ettiği gibi:

Aynen öyle de: Bu kâinatın baştan başa bütün güzel mahlûklarında ve yapılışları güzel umum masnûlarındaki hüsün ve cemâl dahi San’atkâr-ı Zülcelâldeki fiillerinin hüsün ve cemâline kat’i şehâdet ve ef”alindeki hüsün ve cemâl ise, o fiillere bakan ünvanların, yâni isimlerin hüsün ve cemâline şüphesiz delâlet ve isimlerin hüsün ve cemâli ise,

Ses Yok