Siracınnûr | Dördüncü Şua | 99
(90-107)

Evet, ben kendi hayatıma ve cismime baktıkça, yüzer tarzda mu’cizane eserler, nakışlar, san’atlar görmekle beraber çok şefkâtkarane beslendiğini müşahade ettiğimden, beni yaratan ve yaşatan zât, ne kadar fevkalâde sahavetli, merhametli, sanatkâr, lütûfkâr; ne derece hârika iktidarlı ta’birde hata olmasın maharetli, hüşyar, işgüzar olduğunu îman nuriyle bildim, tesbih ve takdis ve hamd ve şükür ve tekbir ve tâzim ve tevhid ve tehlil gibi fıtrat vazifeleri ve hilkat gayeleri ve hayat neticeleri ne olduğunu bildim. Ve kâinatta en kıymetdar mahlûk, hayat olduğunun sebebini ve her şey hayata musahhar olmasının sırrını ve hayata karşı herkeste fıtrî bir iştiyak bulunduğunun hikmetini ve hayatın hayatı îman olduğunu ilme’l-yakin ile anladım.

Dördüncü Mes’ele: Dünyadaki bu hayatımın hakîki lezzeti ve saadeti nedir diye yine bu:

âyetine baktım, gördüm ki: Bu hayatımın en sâf lezzeti ve en hâlis saadeti îmandadır. Yâni, beni yaratan ve yaşatan bir Rabb-ı Rahîmin mahlûku ve masnuu ve memlukü ve terbiyegerdesi ve nazarı altında olmasına ve O’na her vakit muhtaç bulunmasına ve o ise hem Rabbim, hem İlâhım, hem bana karşı gâyet merhametli ve şefkatli bulunduğuna kat’i îmanım öyle kâfi ve vâfi ve elemsiz ve dâimî bir lezzet ve saadettir ki, târif edilmez. Ve

ne kadar yerindedir diye âyetten fehmettim.

İşte hayatın hakîkatına ve hukukuna ve vazifelerine ve ma’nevî lezzetine âid olan bu dört mes’ele gösterdiler ki; Hayat, Zât-ı Bâkî-i Hayy-ı Kayyûmâ baktıkça ve îman dahi hayata hayat ve ruh oldukca, hem beka bulur, hem bâkî meyveler verir. Hem öyle yükseklenir ki, sermediyet cilvesini alır; daha ömrün kısa ve uzunluğuna bakmaz diye bu âyetten dersimi aldım ve niyet ve tasavvur ve hayâlce bütün hayatların ve zîhayatların nâmına

dedim.

ALTINCI MERTEBE-İ NÛRİYE-İ HASBİYE: Müfârakat-ı umûmîye hengâmı olan harab-ı dünyadan haber veren âhir zaman hâdisatı içinde müfârakat-ı husûsiyemi ihtar eden ihtiyarlık ve âhir ömrümde bir hassâsiyet-i fevkalâde ile fıtratımdaki cemâl perestlik ve güzellik sevdası ve kemâlâta meftuniyet hisleri inkişaf ettikleri bir zamanda dâimî ve tahribatçı olan zeval ve fena ve mütemadî ve tefrik edici olan mevt ve adem,

Ses Yok