Sen kendine bak: Zâhirî ve bâtınî hâsselerin ve onların levâzımâtı gibi elin yetişmediği ne kadar eşyaya muhtaçsın. Bütün zîhayatları kendine kıyas et.
İşte bütün onlar, birer birer, vücûd-u vâcibe şehâdet ve vahdetine işâret ettikleri gibi, hey’et-i mecmûasiyle, Güneşin ziyası Güneşi gösterdiği gibi, o hal ve bu keyfiyet, perde-i gayb arkasında bir Vâcibü’l-Vücûdu, bir Vâhid-i Ehadi, hem gâyet Kerîm, Rahîm Mürebbî, Müdebbir ünvanları içinde akla gösterir.
Şimdi ey münkir-i câhil ve ey fâsık-ı gafil! Bu faaliyet-i hakimaneyi, basîraneyi, rahimaneyi ne ile îzah edebilirsin! Sağır tabiatla mı! Kör kuvvetle mi! sersem tesadüfle mi! Âciz, câmid esbâbla mı îzah edebilirsin!...
Eşya, vücûd ve teşahhusatlarında, nihayetsiz imkânat yolları içinde mütereddit, mütehayyir, şekilsiz bir sûrette iken, birdenbire gâyet muntazam, hakimane öyle bir teşahhus veçhî veriliyor ki, meselâ: Herbir insanın yüzünde, bütün ebnâyı cinsinden herbirisine karşı birer alâmet i farika, o küçük yüzde bulunduğu ve zâhir ve bâtın duygulariyle kemâl-i hikmetle teçhiz edildiği cihetle, o yüz gâyet parlak bir sikke-i Ehadiyyet olduğunu isbat eder. Herbir yüz, yüzer cihetle bir Sâni-i Hakîm’in vücûduna şehâdet ve vahdetine işâret ettikleri gibi, bütün yüzlerin hey’et-i mecmûasiyle izhar ettikleri o sikke, bütün eşyanın Hâlikına mahsus bir hâtem olduğunu akıl gözüne gösterir.
Ey münkir! Hiç bir cihetle kabil-i taklid olmayan şu sikkeleri ve mecmuundaki parlak sikke-i Samediyyeti hangi tezgâha havale edebilirsin!...
Zemînin yüzünde dört yüz bin muhtelif tâifeden (Hâşiye) ibaret olan bütün hayvânât ve nebâtât envâının ordusu; bilmüşahede ayrı ayrı erzakları, sûretleri, silâhları, libasları, ta’limatları, terhisatları kemâl-i mîzan ve intizamla hiçbir şey unutulmıyarak, hiçbirini şaşırmayarak,
-----------------------------------------Hâşiye: Hatta o tâifelerden bir kısım var ki: Bir senedeki efradı, zaman-ı Âdem’den kıyamete kadar vücûda gelen bütün insan efradından ziyâdedir...