Böyle bir emr-i Hak vuku bulduğunda, seni nerede defn edeceğiz. Konya’da Hazret-i Meylana’ da mı? Civar-ı Hazret-i Eyyüb’de mi? Yoksa Cennetü’l-Mualla veya Cennetü’l-Bâki’de mi? Bunu bize açıkca bildir.
Hayır Ûstadım, gel biz seni Risâle-i Nur tercümanı şahsiyetiyle gönlümüze gömelim. Her zaman seni orada görelim, görüşelim, her zaman sevelim ve sevişelim ve söyleşelim. Yahut bu ciheti
Hadîs-i Âlisine havale ederek, vasiyetnâmenizde onun için mi beyan ve tasrih buyurmadınız. Eğer böyle ise Emirdağ’ını intihab ve ihtiyar ettiğiniz anlaşılıyor.
Âh..O Emirdağı... biz onun nasıl bir dağ olduğunu hâlâ anlayamadık. Ondaki esrarı hâlâ çözemedik. O dağ hakîkaten Emirdağı mı? Yoksa esirdağı mı? O dağ bize bir dağ oldu. O dağın vurduğu dağ yine bizi dağladı. Onun dağı bizi yaktı, kavurdu. O dağ bizim bir dağımız üzerine binlerle dağ vurup, hepimizi dağdâr-ı hüzün ve elem etti.
Âh.. o dağ yüzbinlerle kardeşin yetim kalmasını kasdetti. Hepimizi diri diri ateşlere yaktı. Hasılı o dağ seni harab, bizi kebab etti Üstadım. Ona Emirdağı değil Emerdağı, eceldağı demeli. Seni aramızdan alıp kendine ve içine çeken o dağa, Emirdağı değil, Emendağı demeli.
Ey nefs-i rahmaniyesiyle dirilen Üstadımız.. Said öldü desek, inanırlar mı? Hem said ölür mü, ölen şaki ve hayvan değil midir? Buyurduğunuz gibi bu ancak bir yer değiştirme ve muvakkat bir ayrılmadır. Fakat bizim için çok acı çok..
“Ey benim kıymetli babam” diye ağlayan Fatıma’t-üz Zehra anamız gibi “Ey seyyidimiz, ey Üstadımız.. Va esefâ, va kürbeta” diye yaşlar döküp ağlıyoruz. O anamızın dediği: