Siracınnûr | Hasan Feyzinin Manzumesi | 282
(268-284)

misillü biz de deriz:

Âh sevgili Üstadımız.. Üzerimize öyle musibetler çöktü ve döküldü ki; eğer o musibetler şu güneşli güzel gündüzler üzerine dökülse ve yağsa idi, gündüzler kararır muhakkak gece olurdu. Artık bundan sonra yapacağımız birşey varsa, o da semler içen, gamlar çeken Üstadınız göçtü bekâya, hasret kalan kardeşlerim, dostlarım size olsun elveda deyip, ağlamak hep ağlamak.

Üstadım sen dünya lezzetini tatmadan, ömründe bir kere olsun bu fena güllerine el uzatmadan ve uzana uzana bir saat bile sıcak ve rahat döşeklerde yatmadan, akıbet bırakıp gidiyorsun. Şimdi biz Hacca’tü’l-Veda’sız böyle bir ölüme nasıl inanalım.

Ey Fahr-i Âlemin nurdan incisi,
Ey ehl-i İslâm’ın bir müncisi,

Gel sana bir değil, bu sefer bin bedel verelim de şu rıhlet, şu hicret şu hicran daha bir kaç sene sonraya kalsın. Hep beraber arz-ı hicaza varalım. Kabe’ye yüzler sürelim, bizi Arafat’a çıkar. Son sözlerini Hind’den, Yemen’den, Irak’dan, Afgan’dan ve dünyanın her yerinden o mahall-i mübârek ve mukaddeste toplanan bütün müslümanlara, bütün âşıklara ve bütün hicranlı gönüllere söyle, bize tekrarlayıp,

derken, âlem-i gayb ve ervaha işte oradan pervaz et. Mübârek cesedini alıp hürmetle Harem-i Şerif’e getirip, pâk olan vücudunu âb-ı zemzem ile gasl ederken, biz de bir taraftan hiç durmadan akan gözyaşlarımızla yıkanıp, arınalım.

Mübârek nâşını Risâle-i Nur’dan yapılan ak kefene kat kat sarıp, misk-i anberle buhurladıktan sonra, öd ağacından yapılan hususi tabuta koyup, son defa olmak üzere, bir daha ellerini öperek Kâbe-i muazzamanın kara perdesini de üstüne çekerek, Hacerü’l-Esved huzuruna çıkalım. Ka’be avlusunda toplanan ve daireler şeklinde saf, saf dizilen yüzbinlerle ehl-i îman ve melâike-i arz ve âsumana, o aziz ruhun imam olup cenaze namazını eda edelim. Arştan ve hatiften duyulan “Nice bilirsiniz?” sualine;

Ses Yok