Şualar | İkinci Şuâ | 29
(5-43)

Evet bir kavun çekirdeğini halk eden zât, bilbedahe kavunu halk edendir; ondan başkası olamaz ve olması muhal ve imkânsızdır.

Evet biz bakıyoruz, görüyoruz ki: Kanda her bir zerre o kadar muntazam ve çok vazifeleri görüyor ki, yıldızlardan geri kalmıyor. Ve kanda bulunan herbir küreyvat-ı hamra ve beyza, o derece şuurkârane cesed için muhafaza ve iâşe hususunda öyle işleri görüyor ki, en mükemmel erzak me’murlarından ve muhafaza askerinden daha mükemmeldir. Ve cisimdeki hüceyrelerinin her birisi, o derece muntazam muamelata ve vâridat ve sarfiyata mazhardır ki, en mükemmel bir cesedden ve bir saraydan daha mükemmel idare edilir. Ve hayvanatın ve nebâtâtın her bir ferdi, yüzünde öyle bir sikkeyi ve içinde ve sinesinde öyle bir makinayı taşıyor ki, bütün hayvanları ve nebâtları îcad eden bir zât, ancak o sikkeyi o yüzde ve o makinayı o sîne içinde yapabilir. Ve zîhayattan her bir nevi o derece zemin yüzünde muntazaman yayılmış ve sâir nevilere münâsebetdarane karışmış ki, bütün o enva’ı birden îcad, idare, tedbir, terbiye etmeyen ve zemin yüzünü örten ve dört yüz bin nebâtî ve hayvanî olan atkı ipleriyle dokunan gâyet nakışlı ve san’atlı hayatdar bir haliçeyi nesc ve îcad edemeyen, o tek nev’i îcad ve idare edemez. Daha bunlara başka şeyler kıyas edilse anlaşılır ki; kâinat mecmuası, halk ve îcad cihetinde tecezzi kabul etmez bir külldür ve tedbir ve rubûbiyet cihetinde inkısamı imkânsız bir küllîdir.

Bu üçüncü muktazi “Sirâcınnûr” un çok risâlelerinde, husûsan “Otuz İkinci Söz” ün Birinci Mevkıfında o kadar kat’i ve parlak îzah ve isbat edilmiştir ki, Güneşin akisleri gibi her şeyin âyinesinde bir bürhan-ı vahdet temessül ve bir hüccet-i tevhid in’ikas ediyor. Biz o îzaha iktifaen burada o uzun kıssayı kısa kestik.

* * *

Dinle
-