Vahdetin tahakkukuna ve vücûduna delâlet eden deliller ve alâmetler ve hüccetler hadd ve hesaba gelmez. Onlardan binler bürhanlar Sirâcınnûr’da tafsilen beyân edildiğinden bu “Üçüncü Makam”da yalnız üç küllî hüccetlerin icmalen beyâniyle iktifa edildi.
Birinci Alâmet ve Hüccet ki, “” kelimesi onun neticesidir. Her şeyde bir vahdet var. Vahdet ise, bir vâhide delâlet ve işâret eder. Evet vâhid bir eser, bilbedahe vâhid bir sâni’den sudûr eder. Bir elbette birden gelir. Her şeyde bir birlik bulunduğundan, elbette birtek zâtın eseri ve san’atı olduğunu gösterir. Evet bu kâinat, bin birlikler perdeleri içinde sarılı bir gül goncası gibidir. Belki esmâ ve ef’âl-i umûmîye-i İlâhîyenin adedince vahdetleri giymiş birtek insan-ı ekberdir. Belki, enva’-ı mahlûkat sayısınca dallarına vahdetler, birlikler asılmış bir şecere-i tûbâ-i hilkattir.
Evet, kâinatın idaresi bir ve tedbiri bir ve saltanatı bir ve sikkesi bir, bir bir bir tâ binbir bir birler kadar... Hem bu kâinatı çeviren isimler ve fiiller bir iken, herbiri kâinatı veya ekserini ihâta eder. Yâni, içinde işleyen hikmeti bir ve inâyeti bir ve tanzimatı bir ve iâşesi bir ve muhtaçlarının imdâdlarına koşan rahmet bir ve o rahmetin bir şerbetçisi olan yağmur bir ve hâkeza bir bir bir tâ binler bir birler... Hem bu kâinatın sobası olan Güneş bir, lâmbası olan Kamer bir, aşçısı olan ateş bir, levâzımat deposu ve hazineli direği olan dağ bir, sakacı ve sucusu bir ve bağları sulayan süngeri bir ve hâkeza bir bir bir tâ binbir birler kadar...