Ve o küçücük mahlûklar, o fevkalâde büyük masnu’lar ile beraber, o mîzan-ı adalet karşısında omuz omuzadırlar. Halbuki o büyüklerden öyleleri var ki, eğer bir saniye kadar müvazenesini kaybetse, müvazene-i âlemi bozacak ve bir kıyameti koparacak kadar bir te’sir yapabilir.
Hem sen gel, bu intizam, nezâfet, mîzanın içinde, bu fevkalâde cazibedar cemâle ve güzelliğe bak ki, bu koca kâinatı gâyet güzel bir bayram ve gâyet süslü bir meşher ve çiçekleri yeni açılmış bir bahar şeklini vermiş ve koca baharı gâyet güzel bir saksı, bir gül destesi yapmış ki; her bahara, zeminin yüzünde mevsim be mevsim açılan yüz binler nakışlı bir muhteşem çiçek sûretini vermiş. Ve o baharda herbir çiçeği çeşit çeşit zînetlerle güzelleştirmiş. Evet, nihayet derecede hüsün ve cemâlleri bulunan esmâ-i hüsnânın güzel cilveleriyle, kâinatın herbir nev’i, hatta herbir ferdi, kabiliyetine göre öyle bir hüsne mazhar olmuşlar ki; Hüccet-ül İslâm Îmam-ı Gazâli demiş:
Yâni: “Dâire-i imkânda bu mükevvenattan daha bedi’ daha güzel yoktur.” İşte bu muhit ve cazibedar olan hüsün ve bu umûmî ve hârikulâde nezâfet ve bu müstevli ve şümullü ve gâyet hassas mîzan ve bu ihâtalı ve her cihette mu’cizane intizam ve insicam, vahdete ve tevhide öyle bir hüccettir, bir alâmettir ki, gündüzün ortasındaki ziyanın Güneşe işâretinden daha parlaktır.
Sualin Birinci Şıkkı: Bu makamda diyorsun ki: Kâinatı hüsün ve cemâl ve güzellik ve adâlet ihâta etmiştir. Halbuki gözümüz önünde bu kadar çirkinliklere ve musîbetlere ve hastalıklara ve beliyyelere ve ölümlere ne diyeceksin?
Elcevap: Çok güzellikleri intac veya izhar eden bir çirkinlik dahi, dolayısiyle bir güzelliktir. Ve çok güzelliklerin görünmemesine ve gizlenmesine sebeb olan bir çirkinliğin yok olması, görünmemesi, yalnız bir değil, belki müteaddit def’a çirkindir.