Şualar | Dördüncü Şuâ | 69
(63-96)

belki yüz derece o medenî hülâsalardan daha mükemmel ve bütün taamların her nev’inden tohum ve çekirdek denilen Rahmanî hülâsalara koyup ve o hülâsaları dahi, onların pişirmelerine ve inbisatlarına dâir kaderî tarifeleri içine sarıp muhafaza için küçücük sandukçalara koyup tevdi eder. O sandukçukların îcadı fabrikasından o kadar çabuk ve kolay ve çoklukladır ki, Kur’ân der: “Bir emir ile yapılır.” Hem o umum hülâsalar bir şehri doldurmadığı ve birbirine benzedikleri ve aynı madde oldukları halde, Rezzak-ı Kerîm onlardan bir yaz mevsiminde pişirdiği gâyet mütenevvi ve leziz taamlar, zeminin bütün şehirlerini bir cihette doldurabilir.

İşte sen, intisâb-ı îmanî tezkeresiyle böyle bir nokta-i istinâd bulabildiğinden hadsiz bir kuvvete ve kudrete dayanabilirsin. Ben de âyetten bu dersimi aldıkça öyle bir kuvve-i ma’nevîyeyi buldum ki, değil şimdiki düşmanlarıma belki dünyaya meydan okutturabilir bir iktidar-ı îmanî hissederek bütün ruhum ile

dedim. Ve hadsiz fakrım ve ihtiyacım cihetinde dahi bir nokta-i istimdâd için yine o âyete mürâcaat ettim. Bana dedi ki: "Sen memlûkiyet ve ubûdiyet intisâbiyle öyle bir Mâlik-i Kerîm’e mensub ve iaşe defterinde mukayyedsin ki; her bahar ve yazda gaybdan ve hiçten umulmadığı yerden ve kuru bir topraktan kaldırır, indirir tarzında yüz defa zemin sofrasını ayrı ayrı yemekleriyle tezyin eder, serer. Güyâ zamanın seneleri ve her senenin günleri, birbiri arkasından gelen ihsan meyvelerine ve rahmet taamlarına birer kap ve bir Rezzak-ı Rahîm’in küllî ve cüz’î ihsanat mertebelerine birer meşherdirler. İşte sen böyle bir Ganiyy-i Mutlak’ın abdisin. Abdiyetine şuurun varsa, senin elîm fakrın leziz bir iştiha olur.” Ben de o dersimi aldım. Nefsimle beraber “Evet evet, doğrudur.” deyip mütevekkilane

dedim.

Dinle
-