Kendilerinde görünen güzellikler ve cemâller, kendilerinin malı olmadığını, belki tezahür etmek isteyen sermedî ve mukaddes bir cemâlin ve dâimî tecelli eden ve görünmek isteyen mücerred ve münezzeh bir hüsnün işâretleri ve alâmetleri ve lem’aları ve cilveleri olduğu, pek çok kuvvetli delilleri ile Risâle-i Nur’da tafsilen îzah edilmiş. Burada o bürhanlardan üç tanesine kısaca işâret edilecek:
Birinci Bürhan: Nasılki işlenmiş bir eserin güzelliği işlemesinin güzelliğine ve işlemek güzelliği ustalığın o san’attan gelen ünvanının güzelliğine ve ustadaki san’atkârlık ünvanının güzelliği o san’atkârın o san’ata âid sıfatının güzelliğine ve sıfatının güzelliği kabiliyet ve isti’dâdının güzelliğine ve kabiliyetinin güzelliği zâtının ve hakîkatının güzelliğine derece-i bedahette gâyet kat’i bir sûrette delâlet ettiği gibi, aynen öyle de: Bu kâinatın baştan başa bütün güzel mahlûklarında ve yapılışları güzel umum masnûlarındaki hüsn ve cemâl dahi San’atkâr-ı Zülcelâl’deki fiillerinin hüsn ve cemâline kat’i şehâdet ve ef’âlindeki hüsn ve cemâl ise, o fiillere bakan ünvanların, yâni isimlerin hüsn ve cemâline şübhesiz delâlet ve isimlerin hüsn ve cemâli ise, isimlerin menşei olan kudsî sıfatların hüsn ve cemâline kat’i şehâdet ve sıfatların hüsn ve cemâli ise, sıfatların mebdei olan şuunat-ı zâtiyenin hüsn ve cemâline kat’i şehâdet ve şuunat-ı zâtiyenin hüsn ve cemâli ise, fâil ve müsemma ve mevsuf olan zâtının hüsn ve cemâline ve mahiyetinin kudsî kemâline ve hakikatının mukaddes güzelliğine bedahet derecede kat’i bir sûrette şehâdet eder. Demek Sâni-i Zülcemâl’in kendi Zât-ı Akdesine lâyık öyle hadsiz bir hüsn ve cemâli var ki, bir gölgesi bütün mevcûdâtı baştan başa güzelleştirmiş ve öyle münezzeh ve mukaddes bir güzelliği var ki, bir cilvesi kâinatı serbeser güzelleştirmiş ve bütün dâire-i mümkinatı hüsn ve cemâl lem’alariyle tezyin edip ışıklandırmış. Evet işlenmiş bir eser fiilsiz olmadığı gibi, fiil dahi fâilsiz olamaz. Ve isimler müsemmasız olması muhal olduğu gibi, sıfatlar dahi mevsufsuz mümkün değildir.