Üçüncü Nokta: Nurun gelmesi elbette nuraniden ve vücûd vermesi her halde mevcuddan ve ihsân ise gınadan ve sehâvet ise servetten ve ta’lim ilimden gelmesi bedihî olduğu gibi, hüsün vermek dahi hasenden ve güzelleştirmek güzelden ve cemâl vermek cemilden olabilir, başka olamaz. İşte bu hakîkata binâen îman ederiz ki: Bu kâinattaki görünen bütün güzellikler öyle bir güzelden geliyor ki; bu mütemadiyen değişen ve tazelenen kâinat, bütün mevcûdâtiyle âyinedarlık dilleriyle, o güzelin cemâlini tavsif ve târif eder.
Dördüncü Nokta: Nasılki cesed ruha dayanır, ayakta durur, hayatlanır ve lafız ma’naya bakar, ona göre nurlanır ve sûret hakîkata istinâd eder, ondan kıymet alır. Aynen öyle de, bu maddî ve cismânî olan âlem-i şehâdet dahi bir ceseddir, bir lâfızdır, bir sûrettir; âlem-i gaybın perdesi arkasındaki Esmâ-i İlâhîyye’ye dayanır, hayatlanır, istinâd eder, can alır, ona bakar, güzelleşir. Bütün maddî güzellikler, kendi hakîkatlarının ve ma’nalarının ma’nevî güzelliklerinden ileri geliyor. Ve hakîkatları ise, Esmâ-i İlâhîyyeden feyz alırlar ve onların bir nevi gölgeleridir. Ve bu hakîkat, Risâle-i Nur’da kat’i isbat edilmiştir.
Demek bu kâinatta bulunan bütün güzelliklerin envaı ve çeşitleri, âlem-i gayb arkasında tecelli eden ve kusurdan mukaddes, maddeden mücerred bir Cemâlin esmâ vasıtasiyle cilveleri ve işâretleri ve emaratlarıdır. Fakat nasıl ki Vâcib-ül Vücûd’un Zât-ı Akdesi, başkalara hiç bir cihette benzemez ve sıfatları mümkinatın sıfatlarından hadsiz derece yüksektir. Öyle de, onun kudsî Cemâli, mümkinatın ve mahlûkatın hüsünlerine benzemez, hadsiz derecede daha âlîdir. Evet koca Cennet bütün hüsn ü cemâliyle bir cilvesi bulunan ve bir saat müşahedesi ehl-i Cennet’e, Cennet’i unutturan bir Cemâl-i sermedî, elbette nihayeti ve şebihi ve nazîri ve misli olamaz. Ma’lûmdur ki; herşeyin hüsnü, kendine göredir, hem binler tarzda bulunur ve nevilerin ihtilafı gibi güzellikleri de ayrı ayrıdır.