Meselâ; göz ile hissedilen bir güzellik, kulak ile hissedilen bir hüsün bir olmaması ve akıl ile fehmedilen bir hüsn-ü aklî, ağız ile zevkedilen bir hüsn-ü taam bir olmadığı gibi.. kalb, ruh vesâir zâhirî ve bâtınî duyguların istihsan ettikleri ve güzel hissettikleri güzellikler, onların ihtilafı gibi muhteliftir. Meselâ: Îmanın güzelliği ve hakîkatın güzelliği ve nurun hüsnü ve çiçeğin hüsnü ve ruhun cemâli ve sûretin cemâli ve şefkatin güzelliği ve adaletin güzelliği ve merhametin hüsnü ve hikmetin hüsnü ayrı ayrı oldukları gibi, Cemil-i Zülcelâl’in nihayet derecede güzel olan esmâ-i hüsnâsının güzellikleri dahi ayrı ayrı olduğundan, mevcûdâtta bulunan hüsünler ayrı ayrı düşmüş.
Eğer Cemil-i Zülcelâl’in esmâsındaki hüsünlerin mevcûdât âyinelerinde bir cilvesini müşahede etmek istersen, zeminin yüzünü bir küçük bahçe gibi temaşa edecek bir geniş, hayalî göz ile bak ve hem bil ki: Rahmaniyet, rahîmiyet, hakîmiyet, âdiliyet gibi tabirler, Cenâb-ı Hakk’ın hem isim, hem fiil, hem sıfat, hem şe’nlerine işâret ederler.
İşte başta insan olarak bütün hayvanâtın muntazaman bir perde-i gaybdan gelen erzaklarına bak, rahmaniyet-i İlâhîyenin cemâlini gör.
Hem bütün yavruların mu’cizane iâşelerine ve başları üstünde ve annelerinin sinelerinde asılmış tatlı, safi, âb-ı kevser gibi iki tulumbacık süte temaşa eyle, rahîmiyet-i Rabbânîyenin cazibedar cemâlini gör.
Hem bütün kâinatı envaiyle beraber bir kitab-ı kebir-i hikmet ve öyle bir kitab ki; her harfi yüz kelime, her kelimesi yüzer satır, her satırı bin bab, her babı binler küçük kitab hükmüne getiren hakîmiyet-i İlâhîyenin cemâl-i bîmisaline bak, gör.
Hem kâinatı bütün mevcûdâtiyle mîzanı altına alan ve bütün ecram-ı ulviye ve süfliyenin müvazenelerini idâme ettiren ve güzelliğin en mühim bir esası olan tenasübü veren ve her şeye en güzel vaziyeti verdiren ve her zîhayata hakk-ı hayatı verip ihkak-ı hak eden ve mütecavizleri durduran ve cezalandıran bir âdiliyetin haşmetli güzelliğine bak gör.