Şualar | Dördüncü Şuâ | 80
(63-96)

Mâdem bir san’atın ve eserin vücûdu, bedahetle o eseri işleyenin fiiline delâlet ve o fiilin vücûdu, fâilinin ve ünvanının ve eseri intac eden sıfatın ve isminin vücûdlarına delâlet eder. Elbette bir eserin kemâli ve cemâli dahi fiilin kendine mahsus kemâl ve cemâline, o da ismin kendine münasib muvafık güzelliğine, o dahi zâtın ve hakîkatın -fakat zâta ve hakîkata lâyık ve muvafık- kemâline ve cemâline ilmelyakîn ile ve bedahetle delâlet eder. Aynen öyle de: Bu eserler perdesi altındaki faaliyet-i dâime fâilsiz olması muhal olduğu gibi, bu masnuat üstünde cilveleri ve nakışları göz ile görünen isimler dahi müsemmasız hiç bir cihetle mümkün olmadığı ve müşahede derecesinde hissedilen kudret, irade gibi sıfatlar dahi mevsufsuz olması muhal olduğundan, şu kâinatta bütün eserler, mahlûklar, masnûlar hadsiz vücûdlariyle, hâlık ve sâni ve fâillerinin vücûd-u ef’âline ve esmâsının vücûduna ve evsafının vücûduna ve şuunat-ı zâtiyesinin vücûduna ve Zât-ı Akdesinin vücub-u vücûduna kat’i bir sûrette delâlet ettikleri gibi, o masnuatın umumunda görünen muhtelif kemâlât ve ayrı ayrı cemâller ve çeşit çeşit güzellikler, Sâni-i Zülcelâl’de olan fiillerin ve isimlerin ve sıfatların ve şe’nlerin ve Zât’ının kendilerine mahsus münasib ve lâyık ve vâcibiyetine ve kudsiyetine muvafık olarak hadsiz kemâlâtlarına ve nihayetsiz cemâllerine ve ayrı ayrı umum kâinatın fevkinde güzelliklerine gâyet sarih şehâdet ve gâyet kat’i delâlet ederler.

İkinci Bürhan’ın beş noktası var:

Birinci Nokta: Meşreblerinde, mesleklerinde birbirinden ayrı ve uzak olan bütün ehl-i hakîkatın reisleri, zevk ve keşfe istinâd ederek icma’ ile, ittifak ile îman edip hükmediyorlar ki; bütün mevcûdâttaki hüsn ve cemâl, bir Zât-ı Vâcib-ül Vücûd’da bulunan mukaddes hüsn ve cemâlin gölgesi ve lemaatı ve perdelerin arkasında cilvesidir.

İkinci Nokta: Bütün güzel mahlûklar, kafile kafile arkasında durmayarak gelip gidiyorlar, fenaya girip kayboluyorlar. Fakat o âyineler üstünde kendini gösteren ve cilvelenen yüksek ve tebeddül etmez bir güzellik, tecellisinde devam ettiğinden kat’i bir sûrette gösterir ki, o güzellikler o güzellerin malı ve o âyinelerin cemâli değildir. Belki Güneşin cemâl-i şuâatı cereyan eden suyun üzerindeki kabarcıklarda göründüğü gibi, sermedî bir cemâlin ışıklarıdırlar.

Dinle
-