Şualar | Yedinci Şuâ | 160
(103-191)
İkinci Bab

(Berahin-i Tevhidiyeye Dâirdir.)

[Dünyaya îman için gönderilen ve bütün kâinatta fikren seyahat eden ve herşeyden Hâlıkını soran ve her yerde Rabbını arayan ve hakkalyakîn derecesinde İlâhını, vücub-u vücûd noktasında bulan dünya misafiri, kendi aklına dedi ki: Gel, “Vâcib-ül Vücûd Hâlıkımızın vahdet bürhanlarını” temaşa için yine beraber bir seyahata gideceğiz.

Beraber gittiler... Birinci menzilde gördüler ki: Kâinatı istilâ eden dört hakîkat-ı kudsiye, vahdeti bedahet derecesinde istilzam edip isterler.]

* * *

BİRİNCİ HAKÎKAT: “Ulûhiyet-i mutlaka”dır.

Evet nev’-i beşerin her taifesi birer nev’i ibâdet ile fıtrî gibi meşgul olması ve sâir zîhayatın, belki cemadatın dahi fıtrî hizmetleri birer nevi ibâdet hükmünde bulunması ve kâinatta maddî ve ma’nevî bütün ni’metlerin ve ihsânların herbiri, bir mâbudiyet tarafından, hamd ve ibâdeti yaptıran perestişe ve şükre birer vesile olmaları ve vahy ve ilhâmlar gibi bütün tereşşuhat-ı gaybiye ve tezahürat-ı ma’nevîyenin birtek İlâhın mâbudiyetini ilân etmeleri; elbette ve bedâhetle bir ulûhiyet-i mutlakanın tahakkukunu ve hükümferma olduğunu isbat ederler.

Mâdem böyle bir ulûhiyet hakîkatı var, elbette iştirâki kabul edemez. Çünkü; ulûhiyete yâni mabudiyete karşı şükür ve ibâdetle mukabele edenler, kâinat ağacının en nihayetlerinde bulunan zîşuur meyveleridir ve başkaların o zîşuurları memnun ve minnetdar edip yüzlerini kendilerine çevirmesi ve görünmediğinden çabuk unutturulabilen hakîki mabudlarını onlara unutturması, ulûhiyetin mâhiyetine ve kudsî maksadlarına öyle bir zıddiyettir ki, hiçbir cihetle müsaade etmez.

Dinle
-