iki yüz binden ziyâde nebâtât taifelerini ve hayvanât kabilelerini beş-altı haftada inşa edip kemâl-i intizam ve mîzan ile iltibassız, noksansız, yanlışsız, beraber, birbiri içinde idare, terbiye, iâşe, temyiz ve tezyin eden..
hem
âyetinin sarahatiyle zemini döndürüp, gece-gündüz sahifelerini yapan ve çeviren ve yevmiye hâdisatiyle yazan değiştiren aynı zât, aynı anda, en gizli, en cüz’î olan kalblerin hatıratlarını dahi bilir ve irâdesiyle idare eder. Ve mezkûr fiillerin herbiri birtek fiil olduğundan, zarurî olarak, onların fâili dahi birtek vâhid ve kadir olan fâil-i zülcelâllerinin, bedahetle öyle bir kibriya ve azameti var ki: Hiçbir yerde, hiçbir şeyde, hiçbir cihetle, hiçbir şirkin hiçbir imkânını, hiçbir ihtimalini bırakmıyor.. köküyle kesiyor. Mâdem böyle bir kibriya ve azamet-i kudret var ve mâdem o kibriya nihayet kemâldedir ve ihâta ediyor. Elbette o kudrete acz veya ihtiyaç ve o kibriyaya kusur ve o kemâle noksaniyet ve o ihâtaya kayd ve o nihayetsizliğe nihayet veren bir şirke meydan vermesi ve müsaade etmesi, hiçbir vecihle mümkün değildir. Fıtratını bozmayan hiçbir akıl kabul etmez.
İşte şirk, kibriyaya dokunması ve celâlin izzetine dokundurması ve azametine ilişmesi cihetiyle öyle bir cinâyettir ki; hiç kabil-i afv olmadığını, Kur’ân-ı Mu’ciz-ül Beyân azîm tehdit ile
ferman ediyor.
İKİNCİ HAKÎKAT: Kâinatta tasarrufları görünen ef’âl-i Rabbânîyenin ıtlak ve ihâta ve nihayetsiz bir sûrette zuhurlarıdır. Ve o fiilleri takyid ve tahdid eden, yalnız hikmet ve iradedir ve mazharların kabiliyetleridir. Ve serseri tesâdüf ve şuursuz tabiat ve kör kuvvet ve câmid esbab ve kayıtsız ve her yere dağılan ve karıştıran unsurlar, o gâyet mîzanlı ve hikmetli ve basîrane ve hayatdarane ve muntazam ve muhkem olan fiillere karışamazlar, ve belki, Fâil-i Zülcelâl’in emriyle ve irâdesiyle ve kuvvetiyle zâhirî bir perde-i kudret olarak isti’mal olunuyorlar.