Şualar | OnBirinci Şuâ | 223
(205-299)

Aynen öyle de, bu kâinat kitab-ı kebiri ki, birtek sahifesi olan zemin yüzünde ve birtek forması olan baharda, üç yüz bin ayrı ayrı kitablar hükmündeki üç yüz bin nebâtî ve hayvanî tâifeleri beraber, birbiri içinde, yanlışsız, hatâsız, karıştırmıyarak, şaşırmıyarak, mükemmel, muntazam ve ba’zan ağaç gibi bir kelimede bir kasideyi; ve çekirdek gibi bir noktada bir kitabın tamam bir fihristesini yazan bir kalem işlediğini gözümüzle gördüğümüz bu nihayetsiz ma’nidar ve her kelimesinde çok hikmetler bulunan şu mecmûa-i kâinat ve bu mücessem Kur’ân-ı Ekber-i Âlem, mezkûr misâldeki kitabdan ne derece büyük ve mükemmel ve ma’nidar ise, o derecede —sizin okuduğunuz fenn-i hikmet-ül eşya ve mektebte bilfiil mübaşeret ettiğiniz fenn-i kırâat ve fenn-i kitabet, geniş mikyaslariyle ve dûrbîn gözleriyle— bu kitâb-ı kâinatın nakkaşını, kâtibini hadsiz kemâlâtiyle tanıttırır. “ALLAHU EKBER” cümlesiyle bildirir, “SÜBHANALLAH” takdisiyle târif eder, “ELHAMDÜLİLLÂH” senâlarıyla sevdirir.

İşte bu fenlere kıyâsen, yüzer fünûndan herbir fen, geniş mikyâsiyle ve husûsi âyinesiyle ve dûrbînli gözüyle ve ibretli nazariyle bu kâinatın Hâlık-ı Zülcelâl’ini esmâsıyla bildirir; sıfâtını, kemâlâtını tanıttırır.

İşte bu muhteşem ve parlak bir bürhan-ı vahdâniyet olan mezkûr hücceti ders vermek içindir ki; Kur’ân-ı Mu’ciz-ül Beyân çok tekrar ile en ziyâde

ve

âyetleriyle Hâlıkımızı bize tanıttırıyor diye o mektebli gençlere dedim. Onlar dahi tamamiyle kabul edip tasdik ederek: “Hadsiz şükür olsun Rabbimize ki: Tam kudsî ve ayn-ı hakîkat bir ders aldık. Allah senden razı olsun.” dediler. Ben de dedim:

Dinle
-