Şualar | OnBirinci Şuâ | 226
(205-299)

Aynen biz de, âhiretimizi başta o bildiğimiz Rabbimizden, sonra Peygamberimizden, sonra Kur’ânımızdan, sonra sâir Peygamberler ve Mukaddes Kitablardan, sonra Melâikelerden, sonra kâinattan soracağız. İşte birinci mertebede ahireti, Allah’tan soruyoruz. O da bütün gönderdiği elçileriyle ve fermanlarıyla ve bütün isimleriyle ve sıfatlarıyla “Evet âhiret vardır ve sizi oraya sevkediyorum.” ferman ediyor. Onuncu Söz, on iki parlak ve kat’i hakîkatlar ile bir kısım isimlerin âhirete dâir cevablarını isbat ve îzah eylemiş. Burada, o îzaha iktifaen gâyet kısa bir işâret ederiz.

Evet mâdem hiçbir saltanat yoktur ki, o saltanata itaat edenlere mükâfatı ve isyan edenlere mücâzâtı bulunmasın. Elbette Rubûbiyet-i Mutlaka mertebesinde bir saltanat-ı sermediyenin, o saltanata îman ile intisâb ve taat ile fermanlarına teslim olanlara mükâfatı ve o izzetli saltanatı küfür ve isyanla inkâr edenlere de mücâzâtı; o Rahmet ve Cemâle, o izzet ve Celâle lâyık bir tarzda olacak diye “Rabb-ül Âlemîn” ve “Sultan-üd-Deyyan” isimleri cevab veriyorlar.

Hem mâdem Güneş gibi, gündüz gibi, zemin yüzünde bir umûmî rahmet ve ihâtalı bir şefkat ve kerem gözümüzle görüyoruz. Meselâ: O rahmet, her baharda umum ağaçları ve meyveli nebâtları Cennet hurileri gibi giydirip, süslendirip, ellerine her çeşit meyveleri verip bizlere uzatıp “Haydi alınız, yeyiniz” dediği gibi; bir zehirli sineğin eliyle bizlere şifalı, tatlı balı yedirdiği ve elsiz bir böceğin eliyle en yumuşak ipeği bizlere giydirdiği gibi, bir avuç kadar küçücük çekirdeklerde, tohumcuklarda binler batman taamları bizim için saklayan ve ihtiyat zahîresi olarak o küçücük depolarda yerleştiren bir rahmet, bir şefkat, elbette hiç şübhe olamaz ki; bu derece nâzeninâne beslediği bu sevimli ve minnetdarları ve perestişkârları olan mü’min insanları i’dâm etmez. Belki onları daha parlak rahmetlere mazhar etmek için, hayat-ı dünyeviye vazifesinden terhis eder diye “Rahîm” ve “Kerîm” isimleri sualimize cevab veriyorlar; “El-Cennetü Hakkun” diyorlar.

Hem mâdem biz gözümüzle görüyoruz ki: Umum mahlûklarda ve zemin yüzünde öyle bir hikmet eli işliyor ve öyle bir adâlet ölçüleriyle işler dönüyor ki, akl-ı beşer onun fevkinde düşünemiyor.

Dinle
-