İnsan binler çeşit elemler ile müteellim ve binler nevi lezzetler ile mütelezziz olacak bir zîhayat makine ve gâyet derece acziyle beraber hadsiz maddî ma’nevî düşmanları ve nihayetsiz fakriyle beraber hadsiz zâhirî ve bâtınî ihtiyaçları bulunan ve mütemadiyen zevâl ve firak tokatlarını yiyen bir biçâre mahlûk iken, birden îman ve ubûdiyetle böyle bir Pâdişâh-ı Zülcelâl’e intisâb edip bütün düşmanlarına karşı bir nokta-i istinâd ve bütün hâcâtına medâr bir nokta-i istimdâd bularak, herkes mensub olduğu efendisinin şerefiyle, makamıyla iftihar ettiği gibi; o da böyle nihayetsiz Kadîr ve Rahîm bir pâdişâha îman ile intisâb etse ve ubûdiyetle hizmetine girse ve ecelin i’dam i’lânını kendi hakkında terhis tezkeresine çevirse ne kadar memnun ve minnetdar ve ne kadar müteşekkirâne iftihar edebilir, kıyâs ediniz.
O mektebli gençlere dediğim gibi musîbetzede mahpuslara da tekrar ile derim:
Onu tanıyan ve itâat eden zindanda dahi olsa bahtiyardır. Onu unutan saraylarda da olsa zindandadır, bedbahttır. Hatta bir bahtiyar mazlum i’dam olunurken bedbaht zalimlere demiş: “Ben i’dam olmuyorum. Belki terhis ile saadete gidiyorum. Fakat, ben de sizi îdâm-ı ebedî ile mahkûm gördüğümden sizden tam intikamımı alıyorum.”
diyerek sürur ile teslim-i ruh eder.