elbette sarîhan ve zımnen ve işâreten binler def’a o mes’elelere nazar-ı dikkati celbetmek; değil israf.. belki ekmek, ilâç, hava ve ziya gibi birer hacet-i zaruriye hükmünde ihsânını tazelendirir. Hem meselâ:
gibi tehdid âyetlerini Kur’ân gâyet şiddetle ve hiddetle ve gâyet kuvvet ve tekrarla zikretmesinin hikmeti ise; Risâle-i Nur’da kat’i isbat edildiği gibi.. beşerin küfrü, kâinatın ve ekser mahlûkatın hukuklarına öyle bir tecâvüzdür ki, semâvâtı ve arzı kızdırıyor ve anâsırı hiddete getirip tufanlarla o zalimleri tokatlıyor.
âyetinin sarâhatiyle o zalim münkirlere Cehennem öyle öfkeleniyor ki, hiddetinden parçalanmak derecesine geliyor. İşte böyle bir cinâyet-i âmmeye ve hadsiz bir tecâvüze karşı beşerin küçüklük ve ehemiyetsizliği noktasında değil, belki zalîmane cinayetinin azametine ve kâfirane tecâvüzünün dehşetine karşı, Sultan-ı Kâinat kendi raiyetinin hukukunun ehemmiyetini ve o münkirlerin küfür ve zulmündeki nihayetsiz çirkinliğini göstermek hikmetiyle fermanında gâyet hiddet ve şiddetle o cinâyeti ve cezasını değil bin def’a, belki milyonlar ve milyarlar ile tekrar etse, yine israf ve kusur değil ki, bin seneden beri yüzer milyon insanlar hergün usanmadan kemâl-i iştiyakla ve ihtiyaçla okurlar.
Evet hergün, her zaman, herkes için bir âlem gider, taze bir âlemin kapısı kendine açılmasından, geçici herbir âlemini nurlandırmak için ihtiyaç ve iştiyakla
cümlesini bin def’a tekrar ile o değişen perdelerin herbirisine bir
’ı bir lâmba yaptığı gibi, öyle de: