Çünkü ben, kabir kapısında, yetmiş yaşındayım. Böyle mazlum ve ma’sûm bir iki sene hayatı, şehâdet mertebesiyle değiştirmek benim için büyük saadettir. Risâle-i Nur’un binler hüccetleriyle kat’i îmanım var ki, ölüm bizim için bir terhis tezkeresidir. Eğer i’dâm da olsa, bizim için bir saat zahmet, ebedî bir saadetin ve rahmetin anahtarı olur. Fakat siz, ey zındıka hesabına adliyeyi şaşırtan ve hükümeti bizimle sebebsiz meşgul eden insafsızlar! Kat’i biliniz ve titreyiniz ki: Siz i’dâm-ı ebedî ile ve ebedî haps-i münferid ile mahkûm oluyorsunuz. İntikamımız sizden pek çok ve muzaaf bir sûrette alınıyor görüyoruz; hatta size acıyoruz. Evet bu şehri yüz def’a mezaristana boşaltan ölüm hakîkatı, elbette hayattan ziyâde bir istediği var. Ve onun i’damından kurtulmak çâresi, insanların her mes’elesinin fevkinde en büyük ve en ehemmiyetli ve en lüzumlu bir ihtiyac-ı zarurîsi ve kat’isidir. Acaba bu çâreyi kendine bulan Risâle-i Nur şâkirdlerini ve o çâreyi binler hüccetler ile bulduran Risâle-i Nur’u âdi bahâneler ile ittiham edenler, ne kadar kendileri hakîkat ve adalet nazarında müttehem oluyor, divâneler de anlar.
Bu insafsızları aldatan ve hiçbir münâsebeti olmıyan bir siyasî cemiyet vehmini veren üç maddedir:
Birincisi: Eskiden beri benim talebelerim, benim ile kardeş gibi şiddetli alâkadar olmaları, bir cemiyet vehmini vermiş.
İkincisi: Risâle-i Nur’un ba’zı şâkirdleri, her yerde bulunan ve cumhuriyet kanunları müsaade eden ve ilişmeyen cemâat-ı İslâmiye hey’etleri gibi hareket etmelerinden bir cemiyet zannedilmiş. Halbuki, o mahdud üç-dört şâkirdin niyetleri cemiyet memiyet değil, belki sırf hizmet-i îmaniyede hâlis bir kardeşlik ve uhrevî bir tesânüddür.
Üçüncüsü: O insafsızlar, kendilerini dalâlet ve dünya-perestlikte bildiklerinden ve hükümetin ba’zı kanunlarını kendilerine müsait bulduklarından fikren diyorlar ki “Herhalde Said ve arkadaşları bizlere ve hükümetin, bizim medenîce nâmeşru hevesatımıza müsaid kanunlarına muhaliftirler. Öyle ise, muhalif bir cemiyet-i siyasiyedirler.”