İki gün evvel sorgu hâkimi beni çağırdığı vakit, ben kardeşlerimi nasıl müdâfaa edeyim diye düşünürken, İmam-ı Gazalî’nin “Hizb-ül Masun”unu açtım. Birden bu âyetler nazarımda göründü:
Baktım ki: Birinci âyet, -şeddeler sayılsa ve meddeler sayılmazsa, ’deki “vav” dahi meddedir- makam-ı cifrîsi ve ebcedîsi bin üç yüz altmış iki (1362) eder ki, tam tamına bu senenin aynı tarihine ve bizim mü’min kardeşlerimizi müdâfaaya azmettiğimiz zamana, hem ma’nası, hem makamı tevâfuk ediyor. Elhamdülillâh dedim, benim müdâfaama ihtiyaç bırakmıyor. Sonra hatırıma geldi ki: “Acaba netice ne olacak?” diye merak ettim. Gördüm:
’deki iki cümle, tenvin sayılmak şartiyle, makam-ı cifrîsi aynen bin üç yüz altmış iki (eğer bir med sayılmazsa, iki; eğer sayılsa, üç eder) tam tamına hıfz-ı İlâhîyeye pek çok muhtaç olduğumuz bu zamanın, bu senenin ve gelecek senenin aynı tarihine tevâfuk ederek, bir seneden beri büyük bir dâirede ve geniş bir sahada aleyhimize ihzar edilen dehşetli bir hücum karşısında mahfuziyetimize te’minat ile teselli veriyor. Risâle-i Nur bu hâdisede daha parlak fütühatı hâkim dâirelerde bulunmasından şimdiki muvakkat tevakkuf bizi me’yus etmez ve etmemeli; ve “Âyet-ül Kübrâ”nın tab’ı sebebiyle müsaderesi, onun parlak makamına nazar-ı dikkati her taraftan ona celbetmesine bir ilânname telakki ediyorum.
âyetini şimdi okudum. cümlesi tam tamına binüç yüz altmışiki eder. Bu senenin aynı tarihine tevâfuk eder ve bizi çok istiğfara dâvet ve emreder ki, nurunuz tamam olsun ve Risâle-i Nur noksan kalmasın.