Evet biz bir cemiyetiz ve öyle bir cemiyetimiz var ki; her asırda üç yüz milyon dâhil mensubları var ve her gün beş def’a o mukaddes cemiyetin prensipleriyle kemâl-i hürmetle alâkalarını ve hizmetlerini gösteriyorlar ve
kudsî proğramiyle bir birinin yardımına duâlariyle ve ma’nevî kazançlariyle koşuyorlar.
İşte biz, bu mukaddes ve muazzam cemiyetin efradındanız; ve husûsi vazifemiz de Kur’ânın îmanî hakîkatlarını tahkikî bir sûrette ehl-i îmana bildirip onları ve kendimizi i’dâm-ı ebedîden ve dâimî haps-i münferidden kurtarmaktır. Sâir dünyevî ve siyasî ve entrikalı cemiyet ve komitelerle münâsebetimiz yoktur ve tenezzül etmeyiz.
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Ben bu fecirde herbirinize karşı tam bir acımak hissettim. Birden “Hastalar Risâlesi” hatıra geldi, teselli verdi.
Evet, (bu musîbet dahi içtimaî bir nevi hastalıktır.) O risâledeki ekser îmanî devalar, bunda da vardırlar. Hususan Erzurum’daki mübârek hastaya söylediğim gibi, bu saatten evvel bütün musîbet zamanının elemi gitmiş; hem sevabı, hem hayrı, hem dünyevî ve uhrevî ve îmanî ve Kur’ânî faideleri kalmış. Demek o geçici birtek musîbet, dâimî ve müteaddid ni’metlere inkılâb etmiş. Gelecek zaman ise şimdilik yok olmasından, onda devam edecek musîbetin şimdilik elemi yok. Tevehhüm ile yoktan elem almak, rahmet ve kader-i İlâhîyeye itimadsızlıktır.
Sâniyen: Şimdi zemin yüzünde ekser beşer; maddî ve ma’nevî kalben, ruhen, fikren musîbetlerle giriftardır. Bizim musîbetimiz, onlara nisbeten hem gâyet hafiftir, hem kârlıdır. Hem kalb, hem ruh için; hem îman, hem selâmet ve sıhhat lezzetleri var.