Şualar | OnÜçüncü Şuâ | 350
(323-383)

Ba’zı esbaba binâen, ben en ziyâde Husrev’i ve Hâfız Ali (R.H.), Tahirî’yi sıkıntıda tahmin ettiğim halde, en ziyâde temkin ve teslim ve rahat-ı kalb, onlarda ve beraberlerinde bulunanlarda görüyordum. “Acaba neden?” der idim. Şimdi anladım ki; onlar, hakîki vazifelerini yapıyorlar; mâlâyâni şeylerle iştigal etmediklerinden ve kazâ ve kaderin vazifelerine karışmadıklarından ve enâniyetten gelen hodfuruşluk ve tenkid ve telâş etmediklerinden, temkinleriyle ve metanet ve itmi’nan-ı kalbleriyle Risâle-i Nur şâkirdlerinin yüzlerini ak ettiler, zındıkaya karşı Risâle-i Nur’un ma’nevî kuvvetini gösterdiler. Cenâb-ı Hak, onlardaki nihayet tevâzu ve mahviyette tam izzet ve kahramanlık seciyesini umum kardeşlerimize teşmil ettirsin, âmîn!

* * *

Kardeşlerim!

Gaflet ve dünya-perestlikten çıkan dehşetli bir enâniyet, bu zamanda hükmediyor. Onun için ehl-i hakîkat, -hatta meşrû bir tarzda dahi olsa- enâniyetten, hodfuruşluktan vazgeçmeleri lâzım olduğundan, Risâle-i Nur’un hakîki şâkirdleri, buz parçası olan enâniyetlerini şahs-ı ma’nevîde ve havz-ı müşterekte erittiklerinden, inşâallah bu fırtınada sarsılmayacaklar. Evet, münafıkların ehemmiyetli ve tecrübeli bir plânı, böyle herbiri birer zabit, birer hâkim hükmündeki eşhası müşterek bir mes’elede böyle kaçınmak ve birbirini tenkid etmek asabiyetini veren sıkıntılı yerlerde toplattırır, boğuşturur, ma’nevî kuvvetlerini dağıttırır. Sonra kuvvetini kaybedenleri kolayca tokatlar, vurur. Risâle-i Nur şâkirdleri, hıllet ve uhuvvet ve fenâ fi-l ihvan mesleğinde gittiklerinden, inşâallah bu tecrübeli ve münafıkâne plânı da akîm bırakacaklar.

* * *
Dinle
-