Hatta bir gün hastalık için araba ile gittiğim zaman, çok ağırlık hissettim ve sonra sizin gibi elim bağlı beraber gittiğim vakit, büyük bir inşirah ve ma’nevî bir ferah hissettim. Demek o hal, bu sırdan ileri gelmiş.
Çok def’a söylediğim gibi yine tekrar ediyorum ki; tarihte Risâle-i Nur şâkirdleri gibi hak yolunda pek çok hizmet eden ve pek çok sevab kazanan ve pek az zahmet çeken görülmüyor. Biz ne kadar meşakkat çeksek, yine ucuzdur.
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Bu musîbetimizden kaçmak ve kurtulmak, iki cihetle kabil değildi:
Birincisi: Kader-i İlâhî kısmetimizin bir kısmını buradan bize yedirmek için her halde gelecek idik. En hayırlısı bu tarzdır.
İkincisi: Aleyhimize çevrilen dolaptan kurtulmak imkânı bulmadık. Ben hissetmiştim, fakat çâre yoktu. Biçâre merhum Şeyh Abdülhakîm, Şeyh Abdülbâki kurtulamadılar. Demek bu musîbette biz birbirimizden şekva etmek; hem haksız, hem ma’nasız, hem zararlı, hem Risâle-i Nur’dan bir nevi küsmektir. Sakın sakın, has rükünlerin gösterdikleri faaliyeti bu musîbete bir sebeb görüp onlardan gücenmek ise, Risâle-i Nur’dan çekilmek ve hakâik-i îmaniyeyi öğrenmeden pişman olmaktır. Bu ise, maddî musîbetten daha büyük bir ma’nevî musîbettir. Ben kasem ile te’min ederim ki: Sizin herbirinizden yirmi-otuz derece ziyâde bu musîbette hissedar olduğum halde, niyet-i hâlise ile faaliyet göstermelerinden, ihtiyatsızlığı yüzünden gelen bu musîbet on def’a daha fazla olsa da yine onlardan gücenmem. Hem geçmiş şeylere itiraz etmek ma’nasızdır. Çünkü tamiri kabil değil.