Şualar | OnÜçüncü Şuâ | 357
(323-383)

Hatta bir gün hastalık için araba ile gittiğim zaman, çok ağırlık hissettim ve sonra sizin gibi elim bağlı beraber gittiğim vakit, büyük bir inşirah ve ma’nevî bir ferah hissettim. Demek o hal, bu sırdan ileri gelmiş.

Çok def’a söylediğim gibi yine tekrar ediyorum ki; tarihte Risâle-i Nur şâkirdleri gibi hak yolunda pek çok hizmet eden ve pek çok sevab kazanan ve pek az zahmet çeken görülmüyor. Biz ne kadar meşakkat çeksek, yine ucuzdur.

* * *


Aziz, sıddık kardeşlerim!

Bu musîbetimizden kaçmak ve kurtulmak, iki cihetle kabil değildi:

Birincisi: Kader-i İlâhî kısmetimizin bir kısmını buradan bize yedirmek için her halde gelecek idik. En hayırlısı bu tarzdır.

İkincisi: Aleyhimize çevrilen dolaptan kurtulmak imkânı bulmadık. Ben hissetmiştim, fakat çâre yoktu. Biçâre merhum Şeyh Abdülhakîm, Şeyh Abdülbâki kurtulamadılar. Demek bu musîbette biz birbirimizden şekva etmek; hem haksız, hem ma’nasız, hem zararlı, hem Risâle-i Nur’dan bir nevi küsmektir. Sakın sakın, has rükünlerin gösterdikleri faaliyeti bu musîbete bir sebeb görüp onlardan gücenmek ise, Risâle-i Nur’dan çekilmek ve hakâik-i îmaniyeyi öğrenmeden pişman olmaktır. Bu ise, maddî musîbetten daha büyük bir ma’nevî musîbettir. Ben kasem ile te’min ederim ki: Sizin herbirinizden yirmi-otuz derece ziyâde bu musîbette hissedar olduğum halde, niyet-i hâlise ile faaliyet göstermelerinden, ihtiyatsızlığı yüzünden gelen bu musîbet on def’a daha fazla olsa da yine onlardan gücenmem. Hem geçmiş şeylere itiraz etmek ma’nasızdır. Çünkü tamiri kabil değil.

Ses Yok