“Bin üç yüz elli senede, üç yüz elli milyonun kudsî bir düstûriyle dâimî ve kuvvetli bir âdet-i İslâmiyeyi ders veren ve emreden tesettür âyetini, medeniyetin tenkidine karşı müdâfaa için üç yüz elli bin tefsirin icmaına ve hükümlerine ittiba ederek o âyeti tefsir edip bin üç yüz elli senede geçen ecdadımızın mesleğine iktida eden bir adama, o tefsiri için verilen ceza ve mahkûmiyeti, dünyada adâlet varsa, elbette o hükmü nakzedecek ve bu acib lekeyi bu hükümet-i İslâmiyedeki adliyeden silecek” diye lâyiha-yı tashihimde yazdım, oranın müdde-i umûmîsine gösterdim. Ondan dehşet aldı, dedi: “Aman buna lüzum kalmadı. Cezanız az, hem pek az kaldı. Bunu vermeğe lüzum kalmadı.”
İşte bu nümûne gibi, size ve Ankara makamatına takdim edilen itirazname ve müdâfaanamemde böyle acib çok nümûneleri elbette anlamışsınız. Ben Afyon mahkemesinden taleb ve ümid ederim ki, bu milletin ve bu vatanın menfaatine bir ordu kadar hizmeti ve bereketi bulunan Risâle-i Nur’un tam serbestiyetine karar vermenizi, hakîkat-ı adâlet nâmına sizden bekliyoruz. Yoksa, münâsebetimle hapse giren beş-on adam arkadaşımın gitmesiyle beraber size haber veriyorum ki; beni en büyük cezaya çarpacak bir suç işleyip bu çeşit hayattan veda edeceğime mecbûr eden bir fikir kalbime gelmiş. Şöyle ki:
Hükümet beni tam himaye ve bana yardım etmek, milletin maslahatına ve vatanın menfaatine çok lüzumu varken, beni sıkması îma eder ki; kırk seneden beri benim ile mücadele eden gizli zındıka komitesiyle şimdi onlara iltihak eden komünist komitesinden bir kısmı, ehemmiyetli birer resmî makam elde ederek karşıma çıkıyorlar. Hükümet ise ya bilmiyor veya müsaade ediyor diye çok emâreler bana endişe veriyor.
Reis Bey! Müsaadenizle çok hayret ettiğim bir şeyi soracağım. Neden hiç siyasete karışmadığım halde, ehl-i siyaset beni bütün hukuk-u medeniyeden ve hukuk-u hürriyetten belki hukuk-u hayattan iskat ediyorlar? Hatta yüz cinâyeti bulunan gibi, beni üç buçuk ay tecrid-i mutlak içinde hayatıma suikasd edenler;