Sâlisen: Mustafa Osman, Ceylân nasıl telâkki ettiklerini ve hiç bulantı onlara vermediklerini ve dâire-i Nur’da dahi fena te’sir etmeyeceğini bana yazdılar. Kahraman Tâhir’i gördüm. O da öyle telâkki etmiş. Husrev ve Feyzi’leri ve Sabri’yi merak ettim.
Râbian: Zannederim ki, şimdi küfür ve dalâlet, komiteler ve cemiyetler şeklinde hücum ettikleri içindir ki; kader-i İlâhî, bunlara bu eşedd-i zulüm ile bir cemiyet isnadiyle bizi tâzib ettiriyor. Demek şimdi ehl-i îmanın ittihadına pekçok lüzum var. Biz o hakîkatı bilmediğimiz için kaderin adâlet tokadını yeriz.
Said Nursî
Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
Evvelâ: Haccı men’eden, zemzemi döktüren, hakkımızda eşedd-i zulme müsaadekâr davranan ve Zülfikâr ve Sirâcınnûr’un müsâderesine ehemmiyet vermiyen ve bizi garazkârâne, kanunsuz tâzib eden me’murları terfi ettirip hânemizden çıkan mazlumâne lîsan-ı hâl ile yüksek ağlamamızı ve sesimizi işitmeyen bir müstebid kabinenin zamanında en rahat yer hapistir. Yalnız mümkün olsa başka hapse naklolsak, tam selâmet olur.
Sâniyen: Onlar nasıl zorla en mahrem risâleleri en nâmahreme okuttular.. öyle de, zorla ısrar edip bizi cemiyet yapmağa mecbûr ediyorlar. Halbuki, cemiyet ve komiteciliğe hiç ihtiyacımızı hissetmiyorduk. Çünkü, ittihad-ı ehl-i îman cemaatindeki uhuvvet-i İslâmiye; Nurcularda pek hâlîsâne, fedakârane inkişaf ettiği gibi ve eski ecdadlarımızın kemâl-i aşkla ruhlarını feda ettikleri bir hakîkata Nur şâkirdleri o milyonlar kahraman ecdadlarından irsiyet aldıkları kuvvetli bir fedâilik ile o hakîkata bağlanmaları, şimdiye kadar resmî veya siyasî, gizli ve âşikâr cemiyetler ve komiteciliğe ihtiyaç bırakmıyordu.