Aziz, Sıddık, Hâlis, Sebatkâr, Fedakâr Kardeşlerim!
Evvelâ: Sırr-ı hiç yanımda bulunmadığının sebebi, eski zamanda iki hiss-i kabl-el vukuumda bir iltibas olmuş.
Birincisi: Bir hiss-i kablelvuku ile yalnız vatanımızda dehşetli bir hâdiseyi ve zâlimlerin musîbetini hissettim. Halbuki büyük dâirede, zemin yüzünde, haber verdiğimiz gibi on iki sene sonra aynen o sırr-ı azîm görüldü. Benim istihracımı gerçi zâhiren bir parça tağyir etti. Fakat hakîkat cihetinde pek doğru ve ayn-ı hakîkat meydana çıktı. Bunun için o risâleyi yanımda bulundurmuyorum ve başkalarına vermiyorum.
İkincisi: Kırk sene evvel tekrarla dedim: Bir nur göreceğiz. Büyük müjdeler verdim. O nuru büyük dâire-i vataniyede zannederdim. Halbuki o Nur, Risâle-i Nur idi. Nur şâkirdlerinin dâiresini umum vatan ve memleket siyasî dâiresi yerinde tahmin edip sehiv etmiştim.
Müdür Bey! Size teşekkür ederim ki, kurtuluş bayramının bayrağını koğuşuma taktırdınız. Harekât-ı milliyede İstanbul’da, İngiliz ve Yunan aleyhindeki “Hutuvat-ı Sitte” eserimi tab’ ve neşrile belki bir fırka asker kadar hizmet ettiğimi Ankara bildi ki, Mustafa Kemâl şifre ile iki def’a beni Ankara’ya taltif için istedi. Hatta demişti: “Bu kahraman hoca bize lâzımdır.” DEMEK, BENİM BU BAYRAMDA BU BAYRAĞI TAKMAK HAKKIMDIR.
Said Nursî