Şualar | OnDördüncü Şuâ | 478
(384-508)

Risâle-i Nur’u yazıp okuyanlar, mahkeme kapılarında hayatları tehlikeye düştüğü hâlde, bu hârika eserleri okuduklarını itiraf ve okuyacaklarını ilân ediyorlâr. İ’dam kararı verileceğini bilseler dahi, bu sebatlarını izhar etmekten çekinmiyorlar. İşte Risâle-i Nur’un bir çok hârikalarından şu husûsiyeti, sizlere şu kanaatı veriyor: “İtiraf edenler acaba canlarını yolda mı buldular!”

Demek Risâle-i Nur’da ve Bediüzzaman’da, öyle yüksek bir hakîkat var ki ve bunlarda zararlı bir şey yokmuş ki, inkâr etmediler.

Tahsildeki talebeler otorite ve disiplinle idare edilerek okutturulur. Bediüzzaman ise: Hiçbir kimseyi Risâle-i Nur’a mecbûr etmemiş. Fakat yüzbinlerle okuyucunun çoğu onu görmeden, ona sarsılmaz ve kopmaz bir bağla talebe olarak Risâle-i Nur’dan derslerini alıyorlar.

İşte, böyle hârikulâde bir tedris, yakın ve uzak tarihin hiçbir medresesinde görülmemiştir, hiçbir üniversitede rastlanmamıştır.

Sayın savcı, “Bediüzzaman’a olan hürmetin şekli diğer müfessirlerde görülemiyor.” dedi.

Doğrudur. Hürmet ve tâzim büyüklük ve kemâlâtın derecesine, minnet ve şükran da elde edilen istifadenin mikdarına göre olduğuna nazaran, Bediüzzaman’ın eserlerinden azîm faideler elde ediliyor ki, ona olan tâzim ve minnetdarlıklar da görülmemiş bir şekilde oluyor.

Yirminci asrın en büyük bir İslâm mütefekkiri ve müellifi olan Bediüzzaman’ı komünist ve masonlar bizlere, bilhassa gençliğimize tanıtmamağa çalışmışlardır. Fakat uyanık Türk-İslâm milleti ve gençliği, o din kahramanı üstadı tanımış, istifade etmiş ve ettirmiştir.

İşte bunun içindir ki; Bediüzzaman’a karşı olan fevkalâde bağlılık ve itimad sarsılmayacaktır.

Risâle-i Nur’daki âyetler, Kur’ân-ı Hakîm’in en büyük mu’cizesi olan husûsiyetleri kaybettirilmeden, büyük bir san’at ve meharetle Türkçemize tefsir edildiği için; Risâle-i Nur’u kadın, erkek, me’mur ve esnaf, âlim ve feylesof gibi her türlü halk tabakası okuyup anlayabiliyor.

Ses Yok