Küçük bir sehivden kuvvetli bir işâret-i gaybiye gördüm. Ondan bildim ki, o sehiv bunun içinmiş.
Şöyle ki: Birinci Şuâ olan İşârât-ı Kur’âniyenin yirmi dokuzuncu âyet Sure-i İbrahim’in başında,
içinde
cümlesine makam-ı cifrîsi sehven bin üç yüz otuz dört (1334) ederek Risâle-i Nur’un fatihası olan İşârât-ül İ’caz Tefsirinin zuhuru ve tab’ı tarihine tevâfukla bakar denilmiş. Halbuki melfuz harflerinin makamı, bin üç yüz otuz dokuz (1339) olup o tefsirin fevkalâde iştiharı ve Dâr-ül Hikmet tarafından ekser müftülere gönderilen nüshalar, müteaddit ve maddî ve ma’nevî inkılâbların sarsıntılarından vikaye noktasında -çok emâreler ve müftülerin itirafiyle- birer kal’a ve ekser müftülerin ellerinde birer elmas kılınç hükmüne geçmeleri tarihine tevâfukla takdirkârane bakar. Okunmayan iki “elif” sayılsa, bin üç yüz kırkbir (1341) edip Risâle-i Nur’un mebde-i zuhuruna tam tamına tevâfukla bakar.
Bu küçük sehiv şöyle bir ma’nayı birden kuvvetli ihtar etti ki: O Sure-i İbrahim’in (A.S.) başındaki âyetin Risâle-i Nur’a remzen bakan yalnız onun dört cümlesi değil, belki o birinci sahife âhirine kadar münâsebât-ı ma’nevîye cihetinde bir ma’na-yı remziyle -efrad-ı kesîresi içinde- Risâle-i Nur’a gizli bir hususiyet ile îma eder, remzen bakar. Ben şimdilik o hakîkat-ı remziyeyi beyân edemem. Yalnız kısa bir işâret edilecek.