BİRİNCİ NÜKTE: Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân; mefahimiyle, ma’na-yı sarihiyle ifade-i hakâik ettiği gibi; üslûblariyle, hey’atiyle çok maâni-i işâriyeyi dahi ifade ediyor. Her bir Âyetin çok tabaka-i ma’naları var. Kur’ân, ilm-i muhitten geldiği için, bütün ma’naları murad olabilir. İnsanın cüz’î fikri ve şahsî iradesiyle olan kelâmlar gibi bir iki ma’naya inhisar etmez.
İşte bu sırra binâen Âyât-ı Kur’âniyenin ehl-i tefsir tarafından hadsiz hakâikı beyân edilmiş. Müfessirînin beyân etmediği daha çok hakâikı var. Ve bilhassa hurufatında ve ma’na-yı sarihinden başka, işârâtında çok ulûm-u mühimme vardır.
İKİNCİ NÜKTE: İşte bu Âyet-i Kerîme
ta’biriyle, sırat-ı müstakimin ehli ve hakîki Niam-ı İlâhîyyeye mazhar nev-i beşerdeki Taife-i Enbiya ve Kafile-i Sıddîkîn ve Cemâat-ı Şüheda ve Esnâf-ı Sâlihîn ve Envâ-ı Tâbiînin bulunduklarını ifade etmekle beraber, Âlem-i İslâmiyette o beş kısmın en mükemmelini dahi ayrıca sarahaten gösterdikten sonra o beş kısmın imamları ve baştaki rüesalarını sıfât-ı meşhûreleriyle zikretmekle onlara delâlet edip ifade ettiği gibi, ihbar-ı gayb nev’inden bir lem’a-i i’caz ile o taifelerin istikbâldeki reislerinin vaziyetlerini bir vecihle tayin ediyor. Evet nasılki sarahatle Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâma bakıyor. fıkrasiyle Ebu Bekiri’s Sıddîk’a bakıyor. Hem Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm’dan sonra ikinci olduğuna ve en evvel yerine geçeceğine ve “Sıddîk” ismi, ümmetçe ona ünvan-ı mahsus ve Sıddîkînlerin başında görüneceğine işâret ettiği gibi,kelimesiyle Hazret-i Ömer, Hazret-i Osman, Hazret-i Ali Rıdvanullahi Aleyhim Ecmaîni üçünü beraber ifade ediyor. Hem üçü Sıddîktan sonra Nübüvvetin hilâfetine mazhar olacaklarını ve üçü de şehid olacaklarını, fazilet-i şehâdetleri de sâir fezaillerine ilâve edileceğini işâret ve gaybî bir sûrette ifade ediyor. kelimesiyle Ashâb-ı Suffe, Bedir, Rıdvan gibi mümtaz zevâta işâret ederek