Fakat, aklı başında olanlar, fikren onların esas-ı akaide münâfî olan ma’nalarını kabul edemez. Etse hata eder. Evet, bütün kâinâtı bir saray, bir ev gibi muntazam idare eden ve yıldızları zerreler gibi hikmetli ve kolay çeviren ve gezdiren ve zerrâtı muntazam memurlar gibi istihdam eden Zât-ı Akdes-i İlâhî’nin şeriki, naziri, zıddı, niddi olmadığı gibi,
sırriyle sûreti, misli, misali, şebihi dahi olamaz. Fakat,
sırriyle, mesel ve temsil ile, şuûnâtına ve sıfât ve esmâsına bakılır. Demek mesel ve temsil, şuûnât nokta-i nazarında vardır. Şu mezkûr Hadîs-i Şerifin çok makasıdından birisi şudur ki: İnsan, İsm-i Rahmanı tamamiyle gösterir bir sûrettedir. Evet sâbıkan beyân ettiğimiz gibi, kâinatın sîmâsında bin bir ismin şuâlarından tezahür eden İsm-i Rahman göründüğü gibi, zemin yüzünün sîmâsında Rubûbiyet-i Mutlaka-i İlâhîyye’nin hadsiz cilveleriyle tezahür eden İsm-i Rahman gösterildiği gibi, insanın sûret-i câmiasında küçük bir mikyasta zeminin sîmâsı ve kâinatın sîmâsı gibi yine o İsm-i Rahmân’ın cilve-i etemmini gösterir demektir. Hem işârettir ki: Zât-ı Rahmanirrahîm’in delilleri ve âyineleri olan zîhayat ve insan gibi mazharlar, o kadar o Zât-ı Vâcibü’l-Vücûda delâletleri kat’i ve vâzıh ve zâhirdir ki, Güneşin timsalini ve aksini tutan parlak bir âyine parlaklığına ve delâletinin vuzuhuna işâreten “O âyine Güneştir” denildiği gibi, “İnsanda Sûret-i Rahman var” vuzûh-u delâletine ve kemâl-i münâsebetine işâreten denilmiş ve denilir. Ve ehl-i Vahdetü’l-Vücûdun mu’tedil kısmı “Lâ Mevcûde İllâ Hu” bu sırra binâen, bu delâletin vuzûhuna ve bu münâsebetin kemâline bir unvan olarak demişler.
Altıncı Sır: Ey hadsiz acz ve nihayetsiz fakr içinde yuvarlanan biçâre insan! Rahmet ne kadar kıymetdar bir vesîle ve ne kadar makbul bir şefaatçi olduğunu bununla anla ki: O Rahmet, öyle bir Sultan-ı Zülcelâl’e vesîledir ki, yıldızlarla zerrat berâber olarak kemâl-i intizam ve itaatla beraber ordusunda hizmet ediyorlar. Ve o Zât-ı Zülcelâl’in ve o Sultan-ı Ezel ve Ebed’in istiğna-i zâtîsi var. Ve istiğna-i mutlak içindedir.