İkinci Remiz: Ba’zı eblehler var ki, Güneşi tanımadıkları için, bir âyinede Güneşi görse, âyineyi sevmeye başlar. Şedid bir his ile onun muhafazasına çalışır. Tâ ki içindeki Güneşi kaybolmasın. Ne vakit o ebleh; Güneş, âyinenin ölmesiyle ölmediğini ve kırılmasiyle fena bulmadığını derketse, bütün muhabbetini gökteki Güneşe çevirir. O vakit anlar ki, âyinede görülen Güneş; âyineye tabi değil, bekası ona mütevakkıf değil.. belki Güneştir ki, o âyineyi o tarzda tutuyor ve onun parlamasına ve nuruna meded veriyor. Güneşin bekası onunla değil; belki âyinenin hayatdar parlamasının bekası, Güneşin cilvesine tabidir.
Ey insan! Senin kalbin ve hüviyet ve mâhiyetin, bir âyinedir. Senin fıtratında ve kalbinde bulunan şedid bir muhabbet-i beka, o âyine için değil ve o kalbin ve mâhiyetin için değil.. belki o âyinede isti’dâda göre cilvesi bulunan Bâki-i Zülcelâl’in cilvesine karşı muhabbetindir ki, belâhet yüzünden o muhabbetin yüzü başka yere dönmüş. Mâdem öyledir. “Ya Bâki Entel Bâki” de. Yâni mâdem sen varsın ve bâkisin; fena ve adem ne isterse bize yapsın, ehemmiyeti yok!..
Üçüncü Remiz: Ey insan! Fâtır-ı Hakîm’in senin mâhiyetine koyduğu en garib bir hâlet şudur ki: Ba’zan dünyaya yerleşemiyorsun. Zindanda boğazı sıkılmış adam gibi “of, of” deyip dünyadan daha geniş bir yer istediğin halde, bir zerrecik bir iş, bir hâtıra, bir dakika içine girip yerleşiyorsun. Koca dünyaya yerleşemeyen kalb ve fikrin, o zerrecikte yerleşir. En şiddetli hissiyatınla o dakikacık, o hatıracıkta dolaşıyorsun.
Hem senin mâhiyetine öyle ma’nevî cihazat ve lâtifeler vermiş ki; ba’zıları dünyayı yutsa tok olmaz. Ba’zıları bir zerreyi kendinde yerleştiremiyor. Baş, bir batman taşı kaldırdığı halde; göz, bir saçı kaldıramadığı gibi; o lâtife, bir saç kadar bir sıkleti, yâni gaflet ve dalâletten gelen küçük bir halete dayanamıyor. Hatta ba’zan söner ve ölür. Mâdem öyledir; hazer et, dikkatle bas, batmaktan kork. Bir lokma, bir kelime, bir dane, bir lem’a, bir işârette, bir öpmekte batma! Dünyayı yutan büyük letâiflerini onda batırma. Çünkü çok küçük şeyler var, çok büyükleri bir cihette yutar. Nasıl küçük bir cam parçasında; gök, yıldızlariyle beraber içine girip garkoluyor. Hardal gibi küçük kuvve-i hâfızanda, senin sahife-i a’malin ekseri ve sahâif-i ömrün ağlebi içine girdiği gibi; çok cüz’î küçük şeyler var, öyle büyük eşyayı bir cihette yutar, istiab eder.
Dördüncü Remiz: Ey dünya-perest insan! Çok geniş tasavvur ettiğin senin dünyan, dar bir kabir hükmündedir. Fakat, o dar kabir gibi menzilin duvarları şişeden olduğu için birbiri içinde in’ikas edip göz görünceye kadar genişliyor. Kabir gibi dar iken, bir şehir kadar geniş görünür.