Ve vakar, nasılki kötü hasletlerden olan tekebbürden ma’nen ayrı ve sûreten benzer bir haslet-i memduhadır. Öyle de:
Ahlâk-ı âliye-i Peygamberiyeden olan ve belki kâinattaki nizâm-ı hikmet-i İlâhîyyenin medârlarından olan iktisad ise, sefillik ve bahillik ve tama’kârlık ve hırsın bir halitası olan hısset ile hiç münâsebeti yok. Yalnız, sûreten bir benzeyiş var. Bu hakîkatı te’yid eden bir vakıa:
Sahabenin abâdile-i Seb’a-yı Meşhuresinden olan Abdullah İbn-i Ömer Hazretleri ki; halife-i Resûlullah olan Fâruk-u âzam Hazret-i Ömer’in (R.A.) en mühim ve büyük mahdumu ve sahabe âlimlerinin içinde en mümtazlarından olan o zât-ı mübârek çarşı içinde, alışverişte, kırk paralık bir mes’eleden, iktisad için ve ticaretin medârı olan emniyet ve istikameti muhafaza için şiddetli münakaşa etmiş. Bir sahabe ona bakmış. Rûy-i zeminin Halife-i Zîşanı olan Hazret-i Ömer’in mahdûmunun kırk para için münakaşasını acib bir hısset tevehhüm ederek o imamın arkasına düşüp, ahvalini anlamak ister. Baktı ki Hazret-i Abdullah hâne-i mübârekine girdi. Kapıda bir fakîr adam gördü. Bir parça eğlendi; ayrıldı, gitti. Sonra hânesinin ikinci kapısından çıktı, diğer bir fakîri orada da gördü. Onun yanında da bir parça eğlendi; ayrıldı, gitti. Uzaktan bakan o sahabe merak etti. Gitti o fakîrlere sordu: “İmam sizin yanınızda durdu, ne yaptı?” Herbirisi dedi: “Bana bir altın verdi.” O sahabe dedi: “Fesübhânallah! Çarşı içinde kırk para için böyle münakaşa etsin de, sonra hânesinde iki yüz kuruşu kimseye sezdirmeden kemâl-i rızayı nefisle versin!” diye düşündü, gitti, Hazret-i Abdullah İbn-i Ömer’i gördü. Dedi: “Ya İmam! Bu müşkilimi hallet. Sen çarşıda böyle yaptın, hânende de şöyle yapmışsın.” Ona cevaben dedi ki: “Çarşıdaki vaziyet iktisattan ve kemâl-i akıldan ve alışverişin esası ve ruhu olan emniyetin, sadâkatın muhafazasından gelmiş bir hâlettir; hısset değildir. Hânemdeki vaziyet, kalbin şefkatinden ve ruhun kemâlinden gelmiş bir hâlettir. Ne o hıssettir ve ne de bu israftır.”
İmâm-ı Âzam, bu sırra işâret olarak
demiş. Yâni: “Hayırda ve ihsanda (fakat müstehak olanlara) israf olmadığı gibi, israfta da hiçbir hayır yoktur.”
YEDİNCİ NÜKTE: İsraf, hırsı intaç eder. Hırs, üç neticeyi verir.
Birincisi: Kanaatsızlıktır. Kanaatsızlık ise sa’ye, çalışmaya şevki kırar. Şükür yerine şekva ettirir; tenbelliğe atar. Ve meşru, helâl,