Yâni: “Bu sevabı ben kazanayım, bu insanları ben irşad edeyim, benim sözümü dinlesinler.” diye, karşısındaki hakîki kardeşi ve cidden muhabbet ve muavenetine ve uhûvvetine ve yardımına muhtaç bir zâta karşı rekabetkârane vaziyet alır. “Şâkirdlerim ne için onun yanına gidiyorlar?.. Ne için onun kadar şâkirdlerim bulunmuyor?” diye, enâniyeti oradan fırsat bulup, mezmum bir haslet olan hubb-u câha temayül ettirir, ihlâsı kaçırır, riya kapısını açar.
İşte bu hatanın ve bu yaranın ve bu müdhiş maraz-ı rûhanînin ilâcı şudur ki: “Cenâb-ı Hakk’ın rızası ihlâs ile kazanılır.” Kesret-i etba’ ile ve fazla muvaffakıyet ile değildir. Çünkü onlar Vazife-i İlâhîyyeye âid olduğu için istenilmez; belki ba’zen verilir. Evet ba’zen bir tek kelime sebeb-i necat ve medâr-ı rıza olur. Kemmiyetin ehemmiyeti o kadar medâr-ı nazar olmamalı. Çünkü ba’zen bir tek adamın irşadı, bin adamın irşadı kadar rıza-i İlâhîye medâr olur. Hem ihlâs ve hakperestlik ise, Müslümanların nereden ve kimden olursa olsun istifadelerine tarafdar olmaktır. Yoksa, “Benden ders alıp sevab kazandırsınlar” düşüncesi, nefsin ve enâniyetin bir hilesidir.
Ey sevaba hırslı ve a’mâl-i uhreviyeye kanaatsız insan! Ba’zı Peygamberler gelmişler ki, mahdud birkaç kişiden başka ittiba edenler olmadığı halde, yine o peygamberlik vazife-i kudsiyesinin hadsiz ücretini almışlar. Demek hüner, kesret-i etba’ ile değildir. Belki hüner, Rıza-yı İlâhîyi kazanmakladır. Sen neci oluyorsun ki, böyle hırs ile “Herkes beni dinlesin” diye vazifeni unutup, Vazife-i İlâhîyyeye karışıyorsun? Kabul ettirmek, senin etrafına halkı toplamak Cenâb-ı Hakk’ın vazifesidir.. Vazifeni yap, Allah’ın vazifesine karışma. Hem hak ve hakîkatı dinleyen ve söyleyene sevab kazandıranlar, yalnız insanlar değildir. Cenâb-ı Hakk’ın zîşuur mahlukları ve ruhanîleri ve melâikeleri kâinatı doldurmuş, her tarafı şenlendirmişler. Mâdem çok sevab istersin, ihlâsı esas tut ve yalnız Rıza-yı İlâhîyi düşün. Tâ ki senin ağzından çıkan mübârek kelimelerin havadaki efradları; ihlâs ile ve niyet-i sâdıka ile hayatlansın, canlansın, hadsiz zîşuûrun kulaklarına gidip onları nurlandırsın, sana da sevab kazandırsın. Çünkü, meselâ: Sen “ELHAMDÜLİLLÂH” dedin; bu kelâm, milyonlarla büyük küçük “ELHAMDÜLİLLÂH” kelimeleri, havada İzn-i İlâhî ile yazılır. Nakkaş-ı Hakîm abes ve israf yapmadığı için, o kesretli mübârek kelimeleri dinleyecek kadar hadsiz kulakları halketmiş. Eğer ihlâs ile, niyet-i sâdıka ile o havadaki kelimeler hayatlansalar, lezzetli birer meyve gibi ruhanîlerin kulaklarına girer. Eğer Rıza-yı İlâhî ve ihlâs o havadaki kelimelere hayat vermezse, dinlenilmez; sevab da yalnız ağızdaki kelimeye münhasır kalır. Seslerinin ziyade güzel olmadığından, dinleyenlerin azlığından sıkılan hâfızların kulakları çınlasın!..